Masallar şehri, İskender’den beri kervancı, harami, gemici, korsan bilir de, fatih bilmez. Kılıçlı ve devletli kahramanları pek yoktur; develi, merkepli, yelkenli, kürekli serdengeçtiler şehridir İzmir. Gerçek midir, masal mıdır bilinmez, tek memeli okçular emanetidir ve …
Asıl adı i Zmirni’dir (1) ve dişidir.
Kılıç kuşananların, at ile avrat ile öğünenlerin ezelden beri nefretlisidir.
Kervancı ve gemici, ki bugün masallardan kovulmuş insanlardandır ve dahi şimdilerin geyik muhabbetlerinde bile adları geçmez.
O çatal yürekler, o masalcanları ki dünyaları bir başka alemdir ve masallar dünyasınadır yolculukları. Bilen bilir ve bilmeye bildirir ki, varmak istedikleri ve gönülden bağlandıkları bir diyar vardır: İzmir. İzmir masalları çok dille anlar, çok dinle öpüp başına koyar, masallar bu şehri sever.
Kervanlar İzmir’e vara, kervanlar İzmir’den döne geçer giderken günler, gün olur, birine tutulur şehir. Çekerler kaytanından, sürüklenir o güzelin peşinden, kendi gibi aynı dünyanın ayrı güzellerinin koynunadır yolu. Kâh bu güzel gider, kâh o güzeller çıkar gelir. Deyin bana bakayım, bu aşkın sonu neye varır?
İyiye de yormak, kötüye de yormak kişiden kişiye değişir elbet. Ancak şu da bir gerçektir ki, dünya, artık vakti düz dünya değildir ve İzmir, her gün tırmanır Kale’ye bir dev kaya ile ve her gün daha da yokuşlanır dünyası kan ter içinde. Masal şehrin masallarına burun kıvıranların yokuşudur onu yoran.
“Bana masal anlatma!”
Masal para etmez!
Masalla geçecek zamana yazık!
Hancı, hamamcı ve cümle hizmet sınıfı; tellal, tüccar, simsar ve cümle ticaret sınıfı el ovuşturur ve geçmişe gömdükleri han odası, gemi kıçı, çınar gölgesi muhabbetlerine alay ve aşağılamalarla bulaşır ve masallar susturulur!
“Min mu les paramitiya!” (2)
Emir kipli zengin dilli cümleler ileri gelenlerin ağızlarına kurulduğu gün, şehrin yıllanmış tahtaları mıh be mıh inilder. Zamane işi tığ örgü için şehrin başına ilk ilmek o gün atılır.
O gün, yani akıl ile masalın ayrıldığı gün. O gün, yani devenin de ve kervancının da dolu gözlerle şehre bakıp gönül koydukları, dile gelmemiş masallarının gün göremediği gün.
– “Rahvan Çengi ile Süt Melaikesi”ni, dur bir anlatayım sana…
– “Şah Yusuf ile Taybenli”yi, dur bir dinle Allah’ın Adem’i…
– Bana masal anlatma, na to kefali na to marmari! (3)
İlk ilmeği atılan asri örgü üstüne kimdi ilk giren içeri, gören var mı?
İşin iş olsun, kıçın taş olsun, elin kuş olsun, yaptığın iş hoş olsun.
İnsan güzeli bir miskin, sırtında hırkası bir kalender mi, pür sır bir melâmi, kim?
Eski günahlar alıcı, şifa dağıtıcı papaz efendi mi?
Hem müezzin, hem mevlithan, hem imam bir aksakal?
Hikmetli ve hünerli hahambaşı mı, kim bilir kim?!
Masallar çekilirken şehirden, Kale’den Körfez’e sanki hiçbir şey değişmiyor gibidir.
Hâlâ kargalar karnını doyurmadan bokböcekleri güneşi ünler.
Hâlâ her seher hiç bıkmadan bir çağrıya uyanır güneş, Körfez, Katipzade Konağı’ndan Sancak İskelesi’ne doğudan yükselen ışığa bulanır.
Sanki hiçbir şey değişmiyor gibidir. Gün devrilir; yün iğrilir, iplik çile olur, çilelerle çorap. Sanki hâlâ dünyanın düz vaktidir.
Sanki hiçbir şey değişmiyor gibidir.
“Al tesaper li sipurim!” (4)
Kulaklarım doğru mu söylüyor bana?!
Kulak kesilir evren, o da yetmez, dillenir cümle canlı ve cansız. Güvercinler kumrulara, serviler çınarlara döner: İnanalım mı, İzmir masalsız mıdır artık?! Cansız canlar telaşlanır. Han duvarları hisarlara, revzenler mazgallara bakar ve inanmaz inanmaz sorar:
“Masalsız İzmir mi olur?”
Kervancı, ki yüküne paha biçilemez, yükü sadece ilim sanat erbabına sunulur. Kadrini onlar bilir, ilmi hikmet kadir bilenleredir. Değme ustalar, değme sanatkârlar, değme hüner erbabı heybeden paylarına düşen kervancı yükünü alır, akla katıp yeni akıllar düzer, yeni hünerler gösterir olurlar.
Aklı ve elleri, ayakları ve gözleri soluklanırken, çıraklar çevresini halkalar, akılları mayalansın diye; elleri, kulakları, gözleri hünerlensin diye, hayran gözler erbabın masalına dalar. Aklı masaldan maya tutmayana el vermez evvelin ustaları!
Gülpembe derler adıma
Bal şeker varmaz tadıma
Beni devden alırsan, ay oğlan
Erersin muradına.
Dev ile cengi göze alamayan, has güzeli hak edemez.
Ağacın hep suyuna giden, ağaca sokrasından kalem sallayamayan sanatkâr olamaz.
Debbağ yanına durup masaldan akıl çıkarmayan çırak, tez elden çırak çıkar, ne etse postu deri edemez. Çırağın kabiliyetsizi köpek bokuna burun büker. Köpek boku toplamayan çırak, makbul deriye kimya çıkaramaz. Kimyası ayar düşmeyen deriden hiç hayır gelmez. Yaptığının hayrı olmayan, mertebede ustalığa varmaz, varamaz.
Sade işte değil, yaren meclisinden de ruhsatlı olmalıdır usta olacak çırak; sazda, sözde, raksta hünerli olmalıdır. Usta olmak her kulun harcı değildir.
Usta, eşrefi mahlûk olandır.
Usta, aklı ilahiden pay alır.
Usta “enel hak” demeyi bilen, bunu hak edendir.
En kalem işlemez maddenin gönlün hakk eden, taşa kaşı, tunca gözü yakıştırandır.
İzmir ustalar zenginidir, hakikatli ustalar şehridir İzmir.
Hakikat kulu ustalar şehri…
Ta ki, masalsız akıllar kıymete binene, İzmir kuşları masalsız kalana kadar ustalar şehridir İzmir.
Asri örgü devrinde niye insin ki güvercinler masalsız han avlusuna? Kumru niye tünesin ki hamam önü bekleyen dut dalına?
Çıraklar kulak kesilmiyor artık usta masallarına. Akıllar masalda mayalanmıyor, masaldan süzülmüyor akıl artık.
Engüllü
Mengüllü
Aç kapıyı Desta Gülü!
Asri örgüye kapılar açıldığı gündür; Hint elinden, Çin-i Maçin’den, İran’dan, Bağdat, Halep ve Şam’dan kalkan, ustalar şehrinde mayalanan akıl ve hünerler masal masal kaçışır.
Kervancı aşk peşinde koşsun dursun, deve yükünü alıp satan da, saklayıp satan da her seferden çarıklara çil çil altın doldursun…
Gemi yükünü getirip satan da, götürüp satan da keselere altın doldursun…
Çarıkta çoğalan altın kervancı yüküne de, gemici emanetine de, yani masaldan gayrı her yüke musallat olur.
Masaldır, bilgidir, hikmettir, boş ver beş para etmez o!..
Oysa arasta, çarşı, ocaklar ve cümle imalathaneler usta aklına taliptir, kelepir akıl arar. Usta adam akıl vermem demez, diyemez. O zaman akıl kayış olur gerilir, kasnak olur dolanır, çark olur dönenir. Usta el verir, bir adem aklından bin ademlik ayak olur, kol olur.
Hayra da yormak, şerre de yormak zata mahsus bir husustur. Amma ve lâkin, bundan böyle masaldan akıl çıkarmak boşuna sayılır. Akıldan masal, masaldan akıl kovulur.
Masallar küser. Masal yükseklere çekilir, alçaklara eğilir, kovuklara büzülür, hasılı insan içine çıkamaz olur.
Yeraltına siner cümle masallar, o gün bu gün arada bir çıkar, şehri suskun dolanır.
Bakar ki, Menzil Han cümle kapısında Taybenli’nin bir cümlesi durur ve görür ki sadece bir gölgeye sırt vermiş usta okur onu…
Temaşalık mezar taşlarında Rahvançengi’den bir kaç mısra yatar, ki yalnız Hak yoluna erenler okur onu…
Cami avlularında masallardan bir güldestedir çepçevre sıralanmış lokmalı şebekeler…
Şerefenin pandandifinde rakseden küfekiler son masalın nakaratıdır.
Kimseler dönüp bakmaz, öyle sallanıp durur Kemeraltı’nı örten tonozlara usta ağızlardan dökülen son masallar, son sözler.
Keçeciler’den aşağı Demirciler, Sandıkçılar içine… Cümle hüner sokaklarında, son yakarışı dua kubbesine henüz varmamış ahi; yaktığı mum tutuşmadan papaza eyvallah çeken kalemkâr; dua dolabına diz çökmüş attar; hakkak, kazaz, bezaz, simkeş, demirci, bakırcı dört milletten başı önde ustalar dolanır. Başlarında bir ağırlık, karınlarında bir yumruktur, dökseler ne çare dertler dermansız. Akıl yükünü paylaşacak, hünere müptela olacak, güzeli zorda bulacak, usta elden el alacak taze gönül aranırlar dört bir yanda.
Yoktur artık.
“Bana masal anlatma!”
Namı dünyayı sarmış Türkçe dilli Ortodoks Kula halıcıları el işine koşar, kök boya unutulur.
Birgi’nin, Ödemiş’in her dinden ipekçileri tezgâhı dağıtır düz kozacı olur, ipek inceliği unutulur.
Manisa ovasının, Aydın ovasının Hıristiyan yerlisi, taze kavuştuğu toprağı satıp İzmir’e işçi gider, bozuk sazı ardında unutur; adaların bıçkın balıkçıları iç ceplerine koydukları taze üç kuruşla şans denemeye gelir İzmir’e, İzmir’de denizi unutur.
Ege ovalarında beyaz pamuk kozalarının yanında siyah köleler biter. O sebeple kıymete biner Ege pamuğu, Afrikalı eli değdi, Nil kokar diye. Balya balya pamuklar Marsilya yolundadır, Afrika’nın bir yanı Ege’de köklenir, İzmir’de kalır.
İndzi hekyat mi badmer! (5)
Çok dillerin dolaştığı kilise avlularına, cami avlularına kumrular konmaz olur. Masalsız han duvarları, şadırvan altları, çan kuleleri, masalsız son cemaat revaklarıyla ve dua dolapları boşalmış havralarıyla yalnızlaşır şehir.
Çektiriler, karaveller İç Liman’a girmez olur. Her tüccara bir iskele devridir başlar. Şehrin mücevheri çalınır, İç Liman doldurulur, su toprak olur, başköşeye Kızlarağası kurulur, Vezirhan kurulur oturur..
Asri örgü hızlı yürür, hızla çoğalır İzmir’de. Bilinen o ki, bu işten memnunlar çoktur. Şurası muhakkak ki, kervancı gibi, miskin ile kalenderin de bu işe hiç rızası yoktur!
Şaşkın sual ederler birbirlerine: İzmir nereye?
masal dibi:
1) “i” Yunanca’da dişi harfitarif
2) Bana masal anlatma (Yunanca)
3) Nato kafa nato mermer: Yunanca özlü söz. “Na to marmari, na to kefali” biçimindedir. İşte mermer, işte kafa anlamındadır. NATO ile ilgisi yoktur. Zor anlayan, algısı kıt, taş kafalı karşılığı olarak kullanılır.
4) Bana masal anlatma (İbranice)
5) Bana masal anlatma (Ermenice)
Sanatçı, güzel şeylerin yaratıcısıdır. Sanatın amacı, sanatı ortaya çıkarıp sanatçıyı gizli tutmaktır. Eleştirmen, güzel şeylere dair kendi kanısını başka bir yola veya yeni bir malzemeye dönüştürebilen kişidir.

Sanatçı, güzel şeylerin yaratıcısıdır. Sanatın amacı, sanatı ortaya çıkarıp sanatçıyı gizli tutmaktır. Eleştirmen, güzel şeylere dair kendi kanısını başka bir yola veya yeni bir malzemeye dönüştürebilen kişidir.
