Gün olur bir an için kovuklarından çıkar masallar, gün yüzü görür…
Lâkin görüp görecekleri budur, cümle masallar suyun dibine gömülür…
DÜĞÜN EVİ…
Şimendöferden, mendirekten, limandan, rıhtımdan, Kordon’dan önce şehre davetsiz biri çıkar gelir…
Şehrin en önüne postu serer bir koca bina, oturur…
Rumi1245 civarı olmalı, Miladi 1829 olmalı, yani Helen millet Osmanlı’dan kurtulup Vasilion’u kurduğu seneler…
Sıfat takmakta zevk edinenler “Sırmalı Sarayı” adını yakıştırır koca binaya.
Yahudhanenin (1), salaş meyhanelerin, sabunhanelerin, hatta bir kısmında Yahudi mezarlığının olduğu yer iken, denizden çalınıp daha da doldurulur, yeni saray getirilip oraya oturtulur.
“Suda giden yol”a mendirek diyen İzmir, sudan çalınan yerlere evvelden beri “dolma” der durur.
Konak’ın önü, Karataş’a varasıya “Dolma” diye çağrılır.
Bir boyu Hükümet Konağı’nın sol çaprazından Karataş’a doğru altmış-yetmiş metre, öteki boyu Körfez’e doğru altmış-yetmiş metre uzanır, üç kollu bir devasa yapıdır “Sırmalı Saray.”
Üç kolun ortasında kalan alan neferlere talim yeri diye ayrılır.
Kale’nin, Agora’nın, nerede varsa taş tanrıların masal zulası devasa taşları, develerle taşınır atılır su içine, sudan yer çalınır…
Kışla bilmez taşların kovuklarına saklanan masallar olduğunu…
Kale eteklerinden her şeyi gören saklı masallar, suyun dibinden de olan biteni işitir.
İzmir sancağının her köyü, Aydın Vilayeti’nin dört bir yanı duyar “Sırmalı Saray”ın namını, Dolma her gün seyrana koşan ahaliyle dolar, olan biteni dünya gözüyle görür.
Ayvalık’ın sarımsak taşlı, Foça-i Atik’in (2) sarı taşlı dağları düz edilir şehre taşınır.
Seyreden her göz her bir taş ile kalkar, taşı duvar üstüne oturtur, terazisine bakar, üç koldan iki kat duvarlar yükseltir ustalarla gün be gün…
Bu sarı taşlar yüzündendir ki “Sırmalı Sarayı” adı unutulur, binaya yeni ad konur, “Sarı Kışla” gelir kurulur dillere.
Kışla, yalan olmasın, keçe külahlı yeniçeriler yerine konan kafası fesli zabitler, neferler için yapıldı derler.
Kışla, yalan olmasın, ben diyeyim beş, siz deyin altı bin Yeni Zaman askeri barındırır.
Kışla’nın taşlarını ocaklardan söken, teknelerle İzmir’e taşıyan, tezkerelerle getirip taş ustalarının önüne koyanlar Rum ve Ermeni ve sair ırgatlar, reaya millet ırgatlarıdır…
Moloz taşları usta çekiç darbeleriyle düzgün yontup, dantela (3) misali işleyen, kilit taşı diye kemerlere koyan, şekil verip kat silmelerini, kapı-pencere sövelerini süsleyenler Ermeni taş ustalarıdır…
Dülger ustası Sarı Kışla’ya başka bayrak bilmediğinden “Ak Sancak” çektiğinde, kalfalar ve cümle ırgat hep bir ağızdan Çakicis zeybekiko çığırıp, keserleri bellerinde oynamaya başlarlar:
Μείνε με μένα Τσακιτζή, yar fidan boylum
Ah, λεοντάρι στην καρδιά/ (4)
Zeybek dansını işiten Tamaşalık koşar taraçalara (5) çıkar; Tilkilik, Namazgâh, Yahudi mahallesi, Frenk mahallesi ve dahi Haymat (6) milleti koşar Dolma’ya akar.
Faltaşı gözler, pür-heyecan diller, iki zaman arasında gidip gelen akıllar sevinçli midir, şaşkın mıdır, pek belli olmaz.
O güne varasıya hiç kışla görmemiştir ki İzmir…
Padişah otağını da, yeniçeri odasını da bilmez ki İzmir.
Yeniçeri, Konstantinapol’ün, Balkan topraklarının neferidir… Yeniçeri, fetih mirasıdır, Hristiyan çocuklarının talim ile terbiyesinden eserdir…
Fetih bilmeyen, fatih görmeyen İzmir’de yeniçerinin işi ne?
Uşşakizade’nin, Kadızade’nin, Karaosmanoğlu’nun muhafız, ases (7), mütesellim (8) nesi varsa “Yeniçeri’yim” diye satar kendini afralı tafralı dolanır şehirde .
İzmir nefer bilmez, sefer bilmez şehirdir, ilktir kışla görür, şaşkınlığı ondandır.
Şehir durur durur söylenir:
“İzmir’de Sarı Kışla devasa!.. Hükümet Konağı’ndan büyük kışla olur mu?.. Hayırlara çıkar inşallah!..”
Kale’de oturup bakan da, Değirmendağı’na çıkıp bakan da kollarını Körfez’e açmış bekler bir dev görür…
Körfeze giren gemici Nif Dağı’ndan ona gülen güneşi değil, pusların perdesini aralayan o devi görür.
Dağdan bakanın, denizden görenin dilinde şehre bir ad daha yakıştırılır:
“Asker şehir!..”
Aksakallar, güngörmüşler, ustaların kafasında bir sualdir döner durur:
“İzmir niye asker şehir olur ki?!”
İzmir Kışla’yı sevmez der eskiler, ama asker de İzmir’i sevmez, “Gâvur İzmir” der.
…
Ticaretiyle, hünerleriyle şöhretli İzmir, Kışla’ya aldırmaz yoluna gider…
İzmir Osmanlı’nın darphanesidir, şehir para basar.
İzmir’in giren maldan, çıkan maldan aldığı gümrük vergisi, ki “oktruva” (9) der buna şehir, yıldan yıla artar.
İzmir, İstanbul’un ilân ettiği Meşrutiyet’ten on yıl evvel belediye olmuştur. Oktruva’dan gelen belediyenin kasasına girer.
Şehrin sattığı maldan kazandığı, aldığı mala verdiğinin iki katıdır ve yüz senedir bu böyledir.
İzmir kendi göbeğini kendi kesen, kendine yeten, hem kazanıyorum, hem de Saray’a kazandırıyorum, aman “gölge etmesin” diyen şehirdir.
Dünyaca namlı Ermeni, Rum ve muhtelif millet mensubu Levanten nam İzmirli tüccarlar ve imalât sanayine sermayedar olmuş zengin tüccarlar işler açıldı diye ziyadesiyle keyiflidir.
Osmanlı eşrafının da gözü açılır, günden güne katılır olur bu keyifli kervana…
Karaosmanoğlu yasak demez, günah demez toprak satar Hıristiyan Baltazzi sülalesine; İzmir’de hanlar yapar, ambarlar yapar dalar ticarete…
Uşşaki sülale deve komisyonculuğu ile kalmaz, Basmane’ye konak yaptırır, ambarlar yaptırır, alıp satmanın tadına varır.
Dün reaya diye küçük gördüğü millet insanlarıyla ortak olup iş gütmeye başlar Osmanlı eşrafı, gayrımüslim tüccarlarla ortak ticarethane ve kumpanyaları vardır artık. …
İzmir milletleri bu hali iyiye yorar…
Körfez’e giren gemi, Nif güneşinden evvel Sarı Kışla’yı görür, gemici milleti söylenir:
“Sanayi ve ticaret şehri, Selanik gibi asker şehri mi olacak?”
Şehrin içine kurt düşer; Meyhane Boğazı’nın, Namazgâh kıraathanelerinin, Fasula kahvelerinin hâli hâl değildir.
Eski Zaman ustaları, dervişleri, aksakallar, güngörmüşlerinin tadı yerinde değildir, Yeni Zaman’a dair kurt düşmüştür içlerine.
“Ne olduysa Vasilion’dan(10) sonra oldu” der, sohbete kapı açar Namazgâh, Fasula Meydanı.
Doğru söze ne denir ki, itiraz gelmez.
“İzmir Vasilion’dan sonra asker şehir oldu” diyenlere başlar sallanır, ardına eklenir:
“ İzmir Vasilion’dan sonra “muhacir şehri oldu…”
Dört yüz yıllık boyunduruğa baş kaldırıldığı zaman Mora’dan kaçan Osmanlı eşrafına, “Git şuraya yerleş” denilmiştir; gelirler, hizmetkârlarıyla birlikte İzmir ve civarına yerleşirler…
Ardı sıra Rus Çarı zulmünden kaçan Tatarlar, Çerkez kabileler İzmir, Saruhan, Aydın ve Denizli sancaklarına yerleştirilir.
Girit’ten gelir son posta muhacir, İzmir’e , Değirmendağı’na yerleştirilir.
İzmir muhacirler şehridir artık.
Eskiler İzmir’in bu haline “Düğün evi gibi” der.
Lâkin şehir gergindir, Meyhane Boğazı tedirgindir; Namazgâh, Fasula Meydanı ziyadesiyle düşüncelidir…
İzmir şaşkındır…
Masal dibi:
(1) Yahudhane: Yahudilerin bir arada oturdukları evler topluluğu, kortejo.
2- Foça-i Atik: Eski Foça.
(3) Dantela: smyrneika, dantel.
(4) Tsakitzis Zeibekiko: (Çakıcı Zeybeği)
Mene me mena Çakici/ Ah, leontari stin kardiya.
Kal benimle Çakıcı yar fidan boylum/ Ah, sen kalpteki aslansın.
(5) Taraça: smyr. Teras.
(6) Haymat: Ermeni mahallesi.
(7) Ases: ar. Geceleri dolaşan ve şimdiki polis görevini yapanlar.
(8) Mütesellim: ar. Vergi tahsildarı.
(9) Oktruva: Bir kente girerken ticari eşyalardan ya da şahıslardan alınan vergi.
(10) Vasilion: Krallık (Yunanistan Krallığı)