İzmir’in şaha kalktığı yılların başı. İzmir-Kasaba demiryolu inşaatı bitmiş. Sene 1865.

O yıllarda Alaybeyi üç-beş hanelik bir karye yani köy. Hacı Muço, bugünkü adıyla Bayraklı ve Aya Triada, bugün Turan, Alaybeyi’nden daha büyük yerleşimler.

Hacı Muço Aya Triada eski karyeler ve fakat yeni “işçi köyleri”. Sanayileşen  İzmir’in yeni sakinleri, sanayi işçileri yaşıyor buralarda.

Gerek Darağaç’taki fabrikalara, gerek Aya Triada’da yeni kurulan petrol tankları ve petrol işleme tesislerine mal ve insan ulaşımında tren büyük kolaylık.

Aya Triada o zamana kadar İzmirli Hristiyanlar için hem ayazmasıyla kutsal bir yer, hem kuzeye uzayan yeşil vadisiyle de bir mesire yeri. Alaybeyi ise, demiryolundan denize kadar alüvyon birikintisi bir taban arazi, yer yer sazlık, bataklık, hasılı sivirisinek yuvası!..

1909 Hanzadyan haritalarında ve hatta1925 Tarihli Müdafai Milliye Vekaleti haritalarında bile Alaybeyi yerleşilmiş bir yer görünümünde değil. Hatta 1865 haritalarında Alaybeyi’nin göbeğinden geçip denize ulaşan bir çay var. Muhtemelen Yamanlar Çayı’nın yatağı ve demiryolu yapımı sırasında bu yatak Petrata, bugünkü adıyla Naldöken sahiline çevrilmiş olmalı.

Petrata’da da pek yerleşim yoktur, ama taş ocakları var ve böylesine havaleli yükler için istasyon yapılmış olabilir. Petrata zaten taşlık, kayalık demek, Yunanca.

Alaybeyi İstasyonu tek katlı, tek hatlı “ihtiyari” bir durak. Yani bütün trenler durmaz. Sahildeki evler de yok o yıllarda! Peki niye yapıldı öyleyse? Acaba Alaybeyi Soğukkuyu arasındaki “Muallimat Mektebi” için mi?

Olamaz, çünkü “Kız Muallim” 1919 tarihli. Yapıldığında adı Soğukkuyu İstasyonu muydu?  Belki de Alaybeyi İstasyonu 1865‘den sonra yapıldı!

Acaba bir zaptiye alayı mı vardı, mahalleye de adını veren? Çünkü “Alaybeyi” kelimesi jandarma alay komutanlarına verilen rütbeyi ifade ediyor. Meraklısı arasın bulsun, bir tarihte bu kadar basit bir şeye ulaşmak çok büyük çabalar gerektiriyorsa, tarih böylesine unutuluyor, unutturuluyorsa…

Alaybeyi 1940 ortalarına kadar, İstasyon’dan sahile düz bir sokak, Mirat sokak, şimdi 1672 damgasını taşıyor ve istasyondan Soğukkuyu Caddesi’ne yılankavi dar bir sokak ile bağlanıyor.

İstasyon’dan sahile her iki tarafta taş çatlasın otuzar hanelik yerleşim var. Mirat sokak Alaybeyi’nin ana caddesi. Hani eskiler “ismiyle müsemma” derler ya, öyle bir sokak. Mirat “aynalar” demek. Neden aynalar? Tam doğu-batı eksenine oturan yolun taşları, gün doğarken de, gün batarken de öylesine ışıklarla dolar ki…

Sahilde yol yok, kumsal ve arka cepheleri kumsala bakan yirmi beş otuz kadar yazlık yalılar var. Yalıların ön cepheleri 1906’da hizmete giren tramvaydan adını alan Atlı Tramvay Caddesi’ne bakıyor.

Atlı Tramvay Caddesi ile Mirat Sokak’ın istasyon yönündeki köşesinde geniş bir ada üzerinde bir okul binası var, mahallede adı “ Sörler Okulu.”

Bayır yerleşimler uzaktan seyre imkân tanır, cepheden bakan karakterini resmeder. Alaybeyi öyle mi ya, tabak gibi düzlük.  Buna rağmen o yıllar Alaybeyi’nin cümle bağ, bahçe, tarla, bostanlarından yükselen yel değirmenleri ile kendini uzaklara takdimi vardır ki, pek hoştur. Bu siluet Şemikler’in ilerisine, Çiğli bataklıklarına kadar sürer gider.

Alaybeyi’nde su için derin kuyulara hiç gerek yoktur, üç beş metreden su çıkar, on metrede tuzsuz berrak su garantidir. İhtiyaca göre ya kollu tulumba, sulanacak alan genişse yel değirmenli tulumba ile çekilir su.

Sanki Servantes’in ülkesi, Donkişot’lar diyarı… Bir pastoral sessizlik o yıllarda Alaybeyi ve arka bahçeler ve arka bahçede çomaktan eşeği üstünde Sanço Panço!

İşte hikayemizdeki Sanço “ben” olsam gerek!..

Şurasını unutmayınız ki efendiler, yel değirmenlerine karşı yalnız soylu Donkişot savaş vermedi! Hatta efendiler, Donkişot ‘un büyük bir yalancı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bay Cervantes’in yalancısı, hayalindeki yalancı. Ama çomaktan “eşek”e binen çocuklardan “yel değirmenleri”ne saldıran çok gözü karalar çıkmıştır.

Hikayemiz ilerledikçe, bakarsınız Sanço koca adam olup çıkmış karşımıza, ama yine aynı Sanço, tahta eşekten inmiş, bir düşünceyi kuşanmış, varmış değirmenlerin üstüne!..

Biz değirmenleri bırakıp yine istasyonumuza dönelim.

Gidenin ardından güzel konuşmak adettir. İstasyon hakkında anlatacaklarımı lütfen bu adete dayanarak yorumlamayın. Eğer bir yanlış, bir abartma varsa, çocuk gözüne ve çocuk gönlüne verin. Malum, mekân ölçüleri büyüdükçe küçülür. Tersinden söylersek, çocukluk devler ülkesinde devri alemdir. Anlatıma teyellenen zamana ve ölçülere dair bilgi ve tahminler, çocukluk yaşanıp tüketildikten sonrasının hüneridir kuşkusuz.

Alaybeyi İstasyonu bir külliye gibidir: Naldökende, Turan da öyle bir hal yoktur, Bayraklı biraz benzer. 

İstasyon binası ve peron, Tantancı kulübesi ve Tantancı evi ve hela. Hele Tantancı Evi sadece Alaybeyi’nde vardır.Ve bunların ayrılmazı çarşı.

Naldöken tarafında ve Karşıyaka tarafında, peronun başını sonunu işaret eden iki koca dut ağacı. Karşıyaka tarafındakinin gölgesinin kimseye hayrı yoktur, dişi duttur, karaduttur, lekesi billah çıkmaz. Kalan dut ağaçları bu ikisi kadar gelişmemiş olsa da tacı gölge verir.

Peron dediğin sadece trene binilen yüksek düzlük değil, Alaybey’in tiyatro sahnesi. Her Alaybeyilinin rolünü kendine has mimik ve hareketleriyle oynadıkları bir sahne. Mesela tren bekleme sahnesi, mesela yolcu uğurlama sahnesi, mesela yolcu bekleme sahnesi, mesela boş gezenin kâhyası sahnesi… Her Alaybeyili bu sahnelerin her birini kendine has bir tarzda oynar ve oyunculuktaki şaşmaz istikrarına bakar bakar da şaşa kalırsınız.

Pazar günleri ilk iki dutun altına birer ayakkabı boyacısı oturur. Pazar hamamından çıkmış genç adamlar ayakta ayakkabı boyatır. Taze hamam, taze tıraş üstüne şimdi de de aynalı cila, oturmak ne mümkün! Sağ ayak kaldırılıp sandığın üstüne yerleştirilir. Sağ kol dizden kırılmış ayağın uyluk kemiğine bilek dirsek ortalamasından yerleştirilir, sağ el bilekten kırılıp parmaklar yer çekimine bırakılır ya da zincir, tesbih, anahtarlık türü şeyler fır döndürülür. Sol el leğen kemiğini yandan karışlar vaziyette kemer üstüne oturtuldu mu tamamdır, işte karşınızda beyazperdenin en yakışıklı esas oğlanı! 

Boyacının son maçlara dair muhabbet yoklamasını kısa kesik cevaplarla geçiştirip, biryantinli başı yavaş hareketlerle sağa sola, yukarı aşağı döndürerek çiyan bakışlarla etrafı süzmenin, ben buradayım, buradaki benim ey ahali demenin demidir artık.

Peronun iki oyuncusu daha vardır, ve bunlar daimi esas oğlanlardır: Bunlar rol kesmiyor, ne yapıyorsa harbiden yapıyor:“Gasteci” ve “kokoreççi.”

Gasteci’nin adı yok, var da, gasteci işte. Yaşlı bir adam, emekli polis rivayet edilir. Kokoreççi Ali, onun adı Ali abi, Arap Ali.

Gasteci sabahçı. Sabah erkenden evlere ve dükkânlara gazetelerini dağıttıktan sonra gelir peron kenarına yere sergisini açar, tren için gelenlere, vapur için gidenlere “en son haberler” diye gazetesini satar ve 9.10 treni de gidince, “haberler bayatladı” der,  sergisini kaldırır. Sağ omzundan belinin soluna çaprazlama asılı kayışa oturttuğu onca gazeteyle kapı kapı dolaşmaktan sağ omzunun belirgin olarak çöktüğü ilk bakışta fark edilir.

Kokoreççi Arap Ali sadece bahar aylarında ve akşamüstü açar kokoreç mangalını. Sonbaharda da kara tavalara dizili fırınlanmış ayvalar satar. İki işi de çok, ama çok iyi yapar. Yaz ve kış ne mi yapar? Bilmem. Ama hep gülen gözlerine kulak verirseniz, kışı soba başında, yaz dağın başında geçiren bir gönül ehlinin sohbetine dalarsınız.

Peronun ufak tefek ayrıntıları var, yerinde yeller estiğine göre, zihninde resmetmek isteyenler için biraz açalım:

Peron istasyonun iki yanında üç buçuk metre eninde, on beş metre boyunda eşit kolları olan, toplam kırk, kırk beş metrelik bir platform. Platformun demiryolu tarafı, yani biniş yönü kesintisiz düz bir hat. Demiryolundan yüksekliği vagonun ilk basamağına rahat erişmeye el verecek ölçüde, kırk santim kadardır.

Peronun yol tarafı biraz daha yüksektir ve düzayak olan Mirat Sokak tarafından Celal Bey Asfaltı’na doğru gittikçe artar ve tam istasyon binasına iki metre kala sekiz basamakla çıkılacak yüksekliğe varır.

İstasyon peronun ortasında, demiryolu hattından bir buçuk metrelik bir peron bırakacak şekilde oturtulmuş tek çatılı, üç metreye on iki metre kadar bir yapı.

Bu tek çatının sağına ve soluna dörder metre boyunda iki göz oda oturtulmuş. Ortada kalan dört metre bir veranda. Verandanın sırtı, yani Celal Bey Asfaltı’na (adı Şehit Üsteğmen Ahmet Konuksever olmuş) bakan yüzü sağır duvar. Burada altlığı ve sırtı ahşaptan oturma yerleri var. Oturunca bekleme odasının tek kanat kapısı, solunuzda, bilet gişesi sağınızda kalır.

Verandanın saçak ucunun ortasında zarif bir döküm dikme var.  Oturma yerlerinin arkasındaki duvarda tren saatleri levhaları asılı. Ankara, Bandırma trenleri, Manisa motorayları burada durmasa da, onların da Karşıyaka’dan hareket saatleri yazılıdır. Varış saatleri mi? O devirde trenin varışını o kadar uzun boylu hesaplamak imkânsız.

Peronu kaplayan yer döşemelerini anlatmalıyım. Peronun her iki yanı otuz santim kadar genişlikte betondur. İki yanlı beton bant arası 20×20 santimetre boyutunda beton pres yer karolarıdır. Ancak her bir karo pahlı oluklarla ayrılan yirmi beş kareye dilimlenmiştir. Öylesine sağlamdırlar ki, olmadık eziyete rağmen, bir gece yarısı katledilesiye ayakta kalabilmişlerdir.

Peron üstünde direklere bazı uyarı levhaları asılıdır:

“Tren hareket halindeyken inmek ve binmek tehlikeli ve yasaktır!”

Bu birincisi ve anlaşılır bir uyarı; , ama ikincisi;

“Perondan bisikletle geçmek tehlikeli ve yasaktır!”

Bunu anlamakta hep zorlandım. Çünkü hem kestirmeydi, hem de fiyakalı olurdu.

İki göz oda demiştim. Gözlerin biri hareket memuru Hikmet Bey’in odası. Hikmet Bey’in kapısı gişenin karşı tarafındadır, yani Mirat Sokak’tan geliş tarafında. Öteki göz bekleme odası. Alaybeyi’nde posta, ekspres, otoray, marşandiz, yük treni durmaz, banliyö durağıdır. Daha bir ufacık aşım, ağrısız başım mütevazılığı içindedirler.

Lacivert üniforma içinde Hikmet Bey için de aynı şeyi söylemek çocuk gözü için zor. Hikmet Bey Alaybey’in iki üniformalısından biri. Diğeri kahverengi üniformalı gece bekçisi.

Hikmet Bey Alaybeyi’nin beyi. Saçları bakımlı, tıraşı sinekkaydı, ütülü üniforması içinde ütülü bir duruş ve kırmızı trenci şapkasının altından çevresini süzerek, tam yolun yarısında yelek cebinden çıkardığı köstekli saatine bakıp makamına ilerliyor. Zaten evi pek yakın, istasyona elli metre var yok.

Alaybeyi’nde Hikmet Bey dışında kimsenin saate ihtiyacı yoktur.. Tantan vuruşları, ray takırtıları, lokomotiflerin varış ve kalkış feryatlarından başka, bizzat Hikmet Bey Alaybeyi’nin yürüyen meydan saatidir. İsteyen herkes bu ses ve görüntülerden birine göre, varsa saatini ayarlayabilir. Ama hassas ayar isteyenler Hikmet Bey’i beklemeli. Hikmet Bey her banliyöden on dakika önce makamına gelir, verandaya bakan gişe penceresini yukarı sürer, bilet kesmeye başlar. Tren perona girince kapısını kilitleyerek çıkar, Yuvarlak ışıklı hareket tabelasını kırmızı yüzü makiniste dönük vaziyette kaldırır ve ciddiyetle yolcuların binişini izler. Bütün yolcuların bindiğinden emin olunca tabelanın yeşil yüzünü çevirir ve düdüğünü öttürür.  Makinist durur mu, o da asılır istimli tren düdüğüne. Nasıl bir ıstırapla çekmeye başlar o vagonları o lokomotif. Çuuuuuf, çuuuuf, çuuuf, çuuf ve rahatlar; çuf, çuf, çuf, çuf. Rahatlayınca bir daha asılır makinist istimli düdüğe “hoşça kal” diye. Hikmet Bey döner, kapısını kilitler, kösteklisine bakar ve eve yollanır.

Sabahtan akşama karşılıklı ben diyeyim on, siz deyin on iki Basmane-Çiğli, Çiğli-Basmane seferi vardır ve her “banliyö”nün de ayrı bir görevi vardır. 06.25 Treni, Korozman Treni diye de bilinir, işçi trenidir. Çiğli, Şemikler, Nergiz, Alaybeyi, Turan ve Bayraklı’dan topladığı işçileri Salhane, Çınarlı ve Halkapınar istasyonlarında fabrikalarına dağıttıktan sonra, manevra ile Alsancak İstasyonu’na döner ve Darağaç fabrikalarının işçilerini bırakır. 07.05 Treni fabrika memurları, esnaf, sanatkâr, hizmetkâr trenidir. Esnaf, sanatkârlar ellerindeki “sefer tası” ile diğerlerinden ayrılır. Yolcusunun çoğu son durak Basmane’ye kadar gider. 07.30 Treni devlet memuru ve öğrenci trendir. Üniversite öğrencileri Halkapınar’da inip Bornova trenine aktarma yapar. Motor sanat öğrencileri, Karantina’dan taşındıktan sonra Hilal’de inip Tepecik’e yürür. Daha sonra da Çınarlı’da inmeye başladılar, yeni okul binası yapılınca. 08.25 Treni işlerini oğullarına emanet etmiş yaşlı beylerin, eş-dost mekânını dolaşarak akşamı eden sohbet sever emeklilerin, öğle sıcağı bastırmadan çeyiz sandığı alışverişine Hisarönü ve Manifaturacılar çarşısına inen ana kızların trenidir.

Daha sonraki banliyö trenleri, yani 9.20, 11.25 vagonları karışık yolculu tenha trenlerdir. Ta ki 13.10 trenine kadar. Bu tren “güne giden kadınlar treni”dir. Ya da bizimkiler bu trenle “gün”e gittiklerinden, ben trendeki her yolcuyu öyle görürüm Haksız da sayılmam, o trenin yolcularının çoğu kadındır ve o saatte başka nereye gidilir ki!. 15.10 Lokomotifi ve sonrakiler kimliksiz ve kimsesiz vagonları çeker götürür Basmane’ye.

Eve dönüş trenleri 17.25 ile başlar. Memur, öğrenci ve üç vardiyalı fabrikalardan “beş düdüğü” ile çıkanları 18.15 gibi getirir Alaybeyi’e. Tek vardiya atölye, işletme işçiler, esnaf ve sanatkârlar  mevsime, piyasanın durumuna göre yetişebildikleri trenle yarı uyur halde dönerler.

Derin uyku halinde Alaybeyi’ni kaçırdıkları da olmaz değil hani!

Banliyö treni, banliyö olmak. Banliyö?.. Kafamı yedi, ama anlamını ne ben sordum, ne de çocuk aklını perişan eden bu “banyolu” kelimeyi, ne de kimse açıklama ihtiyacı duymadı. İyi ama okul niye? Niye derslerde öğretilmedi, her yerde, her istasyonda yazılı bu kelime?

Basmane’den Çiğli’ye Alaybeyi kaçıncı durak? Bir de bu var kafaya takılan.

Dokuzuncu Kordelyo, triaj hatları, yükleme-boşaltma peronları, ambarları olan bir büyük istasyon. İstasyon binası iki katlı. Yedinci Petrata, altıncı Aya Triada, beşinci Hacı Muço ve Alaybeyi. Bunlar dört kardeşler, dördü de birbirinin aynı: Tek hatlı, tek katlı ve tek tantanlı. Yani Alaybeyi sekizinci istasyon. E, bravo, bildin. Ya tantan?

Tantan: Demiryolunun karayoluyla kesişme noktalarındaki indirilip kaldırılan mania, bariyer. Tren yaklaşırken indirilen, son vagon geçince kaldırılan, araç ve insan geçişini engellemeye yarayan bir mekanik tertibat. İnip kalkarken “tan, tan, tan” diye ardışık kuvvetli ses çıkarıp gelen geçeni uyarır. Onunla da kalmaz, geniş bir alana yayılan ses dalıp gidenleri yeniden zamana döndürür?

Kaç treni bu gelen? Vakit de amma geçmiş, farkında olmadan!

Tantan bir uyarıcıdır, doping etkisi vardır. Ağır yürüyüşle laflayan beyefendiler, kapı önünde komşuyla etek tutan kadınlar, ilk tantan vuruşuyla beklenmedik bir atağa geçerler: Aman, treni kaçırmayayım.

Tantan çift dişli bir mekanik düzenek sayesinde inip kalkar. Tantancı, üstüne kaynatılmış kol vasıtasıyla bir döküm tekerleği çevirmeye başlar ve her turda metal tokmak kampanaya serçe vurur ve o “tan” sesi duyulur.  Yarım kulaçtan az çaplı tekerleğe merkezinden kaynatılmış mil üstüne yine kaynatılmış bir dişli vardır..

Tantanı idare eden görevliye “tantancı” denir. Tantancı gün boyu tantanın yanındaki küçük kulübesinde oturur, kulağı kirişte, gözü “şimendifer” marka köstekli saatindedir. Ayrıca on adım ötede bir de “tantancı evi” vardır, ailesiyle orada yaşar. Evin on adım ötesinde de berbat kokular yayan hela…

Tantancı’nın oğlu Memed, sınıf arkadaşımız, hatırladın mı?  Çok merak ettiğim ahşap “tantancı evi”nin içini Memed sayesinde görüyorum, bir ucundan ben de yaşıyorum bu evde. Zaman zaman beraber ders çalışıyoruz.

İki göz oda, bir giriş holü, bir hela. Gazocağı, tencere ve tabaklar girişin tam karşısında açıkta duruyor, burası mutfak. Anası babası ve küçük kız kardeşi ile Memed, gözlerinden eksilmeyen gülüşüyle burada yaşıyor. Değirmi yüzlü, somun gürbüzü, insan canlısı…

Burada isen de, orada isen de “Merhaba Mehmed!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s