Dün bir, bugün iki…”  Meclis-i Mebusan seçilip toplanalı daha üç ayı bulmamıştır, Selanik “ihtilalci” zabitleri, Balkanlar’daki “vatani” görevi unutur, boğazına kadar siyasete batar…

İhtilal” Abdülhamit’in anayasayı yürürlüğe koymasıyla bitmez, yeni “ihtilalci” planlar peşinde koşulur. Sadrazam indirilir, nazır değiştirilir!

Mektepli zabitler ne zamandır Alman hocaların elindedir ve Alman hayranı olup çıkmıştır! Yemez içmez; Almanya aşkı ve İngiltere nefreti ile beslenir olurlar.

Meşrutiyet’in bir kez daha “ilân”ından sonra sadrazam olan ısrarlı meşrutiyetçi Kıbrıslı Kamil Paşa’ya itirazları vardır; “İngiliz yanlısı” derler, suçlarlar!

Kıbrıslı Kamil Paşa İngiltere’deki meşruti demokrasiyi iyi tanıyan, Osmanlı’ya bunu lâyık gören bir paşadır, öyle bilinir, “ihtilalciler”i deli eden de budur. Lâkin evveli var…

Abdülhamit Han döneminde, Meşrutiyet’in rafa kaldırılmasının ertesinde bir Alman askeri heyeti İstanbul’a davet edilir, gelir, başlarında da Baron Von der Goltz vardır. Yeni silahları, yeni harp strateji, taktiklerini öğretir Hıristiyan Alman zabitler Müslüman Osmanlı zabitlere.

Eğitimleri silahla kalsa iyi, Alman hocalar “Türk” olduklarını da öğretir Osmanlı zabitlere!

Ordu, askeri okullar Almanlar eliyle yeniden kurulur ve Alman silah kumpanyaları yüklü silah satar Osmanlı’ya ve sene 1888 civarı olmalı, Bağdat tren yolunun inşaatını da kavga gürültü Alman sermayesi alır.

Zabittir, silahı sever, Yeni Zaman’ın Alman silahları ile gözler bağlanır sanki, bir Alman hayranlığıdır alır yürür Osmanlı ordusu içinde ve gün günden artar eksilmez bu “aşk!” Hıristiyan Baron Von der Goltz, Osmanlı’nın “Goltz Paşa”sı olur!

Yeni Zaman’ın bu tuhaf haline aldırmaz İzmir,  “sünnetsiz paşa” der, güler geçer…

                                                          *       *       *

Tütüncü Yakup Ağa muzaffer bir “ihtilalci” olarak Selanik ittihatçıları adına ve Doktor Nazım Bey adıyla Buca’nın, Bornova’nın, Kordelyo ve Kordon’un zengin Hıristiyan salonlarında görülmeye başlanır.

Meşrutiyet ilânı ertesi bir yandan İttihad için, bir yandan teşkilat için para toplamakta ve yoğun olarak seçimler ile ilgilenmektedir. “Köşklerde gezmesinin bir hikmeti de budur”, diye konuşur arkasından şehir.

İzmir Hıristiyanları, anayasalı bir düzenden yana olduğu için onu “enotikos”, yani “ittihatçı” kabul eder.

Selanik İttihatçıları için kurduğu “İttihad” gazetesinin başına Hafız İsmail Hakkı’yı oturtunca bu kabul ziyade kuvvetlenir. Evet, Doktor Nazım tam bir “ittihatçı” , tam bir “inkılâpçı” fikri uyandırır, bilhassa Ermeni millet gözünde!

Sene, Miladi 1908, aylardan Eylül’dür,  Eylül’ün başıdır. Nazım Bornova’da bir İngiliz’in köşküne davet edilir. Bornova bağlarında üzüm hasadı olup bitmiştir.

Ağır davetliler arasında İzmir’in Rum, Ermeni, Levanten zenginlerinin yanı sıra; Amerikan elçisi, İngiliz konsolos yardımcısı vardır.

Davetliler arasında üç de gazeteci yer alır; Paris’ten ”Le Temps”, İstanbul’dan “Levant Herald” ve İzmir’den “Neas Smyrni” gazetelerinden birer muhabir göze çarpar…

Muhabbettir, sohbettir, lâftır lâfı açar, lâkin lâf ne yandan açılsa inkılâba varır, meşrutiyete varır, “”İttihat ve Terakki Komitası”na varır, dayanır.

Nazım Bey böyle davetlerde “Komitacı” sıfatını başa alır ve “resmi” görüş açıklar olmuştur.

Gazeteciler kafası dumanlı Nazım’ı deşer, Nazım Bey coşar:

Komitacılar olarak fikirlerimizi saklamak niyetinde değilim, bütün Osmanlı’yı tek millet, tek din fikrinde birleştirmeye kararlıyız!.. Siz-biz meselesi kalmayacak!..”

Salonun tekmili donar kalır!

İyi ama Rumlar, Ermeniler, Yahudiler…?” diyecek olurlar…

Komitacılar olarak tabiat kanunlarına inanırız. Şahsım bir hekim olarak bu kanuna hürmet ederim ve bu kanuna göre din ve sair renkler zayıflayacak, onların yerini madde ve menfaat alacaktır… Tabiat kanunları hükmettiğinden aynı dili konuşan, aynı dine bağlanan yekvücut bir Osmanlılık hâkim olacaktır…”

Sessizlik çöker, lâkin çok sürmez, davudi bir sestir duyulur, salonu doldurur:

Küçük balık, büyük balığı yutar hikâyesi yani…

Derin sessizliğe iyice gömülür salon

“Lâfın tükendiği yer” diye düşünülür, bundan öte ne söylenebilir ki!..

Davudi ses bir kez daha duyulur:

Mikropçu derler bu “mösyö”ye… Haksız da sayılmazlar, Paris’ten diplomalı bir jinekolog değil, bir mikrobiyolog sanki azizim!..

Lâkin “Komitacı” açılmıştır bir kere, susacak gibi değildir, döner “Neas Smyrni”den gazeteci, şair ve avukat Mikail Argiropulos’a, ince ince “tabiat kanunu”na göre “mikroplar”a neler yapılacağını izaha girişir:

Bugün Anadolu’da tahminen üç milyon Rum var, yani ekalliyetsiniz, İslâm millet birden çok kadına sahip olabildiğine göre daha da çoğalacak, üstelik Osmanlı hududu dışından …

O ana kadar Doktor Nazım temkini elden bırakmamış, hep hâkim millet sıfatını telaffuz etmiş, hep “İslâm” demiştir. Lâkin açıldıkça çözülür:

Osmanlı hududu dışından milyonlarca Türk bu topraklara akın edecek, o zaman seyredin manzarayı…”

Nefesler kesilir, derinin de derini bir sessizlik çöker salona… Nazım’ın çizdiği manzara karşısında ağızları bıçak açmaz; fal taşına döner gözler, salon bir uzun donar kalır…

İzmirli Baha Tevfik’in, o gencin “Türkleşmek ve Millileşmek” (1) hakkında yazdıkları nerededir, Selanikli “mikropçu” Nazım’ın “tabiat kanunları” nerede!?

Yaklaşan seçimlerden söz açılsa acaba salon kendine gelir mi?..

İslâm nüfusun “ekalliyet”te kaldığı İzmir sancağında mebus paylaşımı sorulur, cevabı alınır:

Meselâ İzmir Sancağı’nda altı mebus seçilecek. Şahsen iki Rum mebus olmasına hiçbir mani yoktur…

Hayret ki ne hayret! İzmir Rumları, nüfusa taksimine göre dört mebusa hakları olduğu fikrindedir, Nazım Bey “iki mebus” lütfundadır!

Hatırlayınız geçmiş “Meşrutiyet Masalı”nı(2); sonuçta Nazım’ın dediği olur, üç İslâm, iki Rum, bir Yahudi milletten mebus seçilir…

Davetin ertesi günüdür, İzmir mekânları “Neas Smyrni”de çıkan uzun haber ile açar sohbeti. Haberi duyan aksaçlıların, aksakallıların nazarları toprağa düşer, dudakları kıpırdanır:

Bu haber, Yeni Zaman’ın bir vakte kadar nelere gebe olduğunun haberidir…

                                                            *       *       *

Sene 1908’dir, Goltz Paşa tekrar Osmanlı’ya gelir ve 1911’de Osmanlı Mareşali olur, Osmanlı ordusunun kurmay başkan yardımcısıdır artık!

Ey “İslam birliği” için yola çıkan Abdülhamit Han, ey onun ordusunun “geyikli ihtilal” yapan zabitleri, nedir bu hal? Reva mıdır İslâm ordusu tepesinde bir yere Hıristiyan komutan oturtmak?” diye soranlar olsa da, yükseklerden duyan olmaz…

Böyle girer mektepli Osmanlı zabitleri Alman “himayesi” altına, böyle Alman hayranı olur ve bu “aşk” yazar Yeni Zaman’da Osmanlı’nın kaderini…

Meclis seçimlerinde istediklerini elde edememiş, ama istediklerini elde etmenin bir yolunu bulmuşlardır: “Gizli İhtilalci Teşkilat” artık açıktan “üniformalı siyaset!” içindedir…

İşte böyle bir ortamda, böyle yollardan geçip varır 1908 Meşrutiyeti 1909’a…

Ömer Seyfettin Ocak 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendirilir… Onunla beraber Sarı Kışla’dan getirilen zabitler de vardır!

Bu arada Selanik’ten İstanbul’a “Avcı taburları” gönderilir! Şu Balkan dağlarında çarpışan taburlardan!

Kamil Paşa, İttihatçıların niyetini sezmiş olmalı,  onlardan önce davranmak ister. “İhtilalci” Ali Rıza Paşa’yı görevden alarak Nazım Paşa’yı harbiye nazırlığına getirir ve Avcı Taburlarını geri göndermektir niyeti…

Üstelik, tarih 21 Şubat olmalı, zabitlerin siyasete karışmalarını, siyasal cemiyetlere girmelerini ve siyasi toplantılar yapmalarını yasaklamaya kalkar, yasaklar ve resmen yasaklar!

Lâkin nafiledir, “İhtilalci hayatta siyasetsiz olamaz, ihtilalci hayatta ihtilale doyamaz!”

Malûm ya, Selanik “ihtilalci”lerinin düsturudur: “İhtilal, ancak ihtilalciler birbirini vurmaya, asmaya, kesmeye başladığında zafere ulaşmış olur!

Bu şaka değildir, Fransız İnkılâbı’ndan çıkardıkları “ihtilalcilik” dersi budur, bu kadardır.

Sene Miladi1909, Nisan ayının altısıdır.  Abdülhamit’e ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalif yazılarıyla tanınan, ömrü Tevfik Nevzat gibi hürriyet uğruna zindan sürgünlerde geçmiş gazeteci Hasan Fehmi Bey, bundan tam 106 yıl önce Galata Köprüsü’nde öldürülür.

Yeni Zaman’ın Meşrutiyet Vakti’nin ilk “faili meçhul”üdür bu. Meşrutiyet bu cinayetle “uzun ince bir azaplı yol”a girer…

Güngörmüşler o yolu daha o gün görür…

Masal dibi:

  1. Bkz: masal 23. (talatulusoy.com)
  2. Bkz: masal 22.

foto: Forbes Köşkü, Buca.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s