Şehirde ünlü bir “çukur” var, geçmişin Ermeni mahallrsinde,  Basmane semtinde. Yaz aylarında sivrisinek ve kurbağa deryasıdır.

Güzel İzmir”e yakıştıramaz bu çukuru, haklı olarak yakınır çoğu İzmirli.

Evet, “çukur” vardır, ama “Büyük Yangın”dan bu yana “Güzel İzmir” yoktur, kendi gitmiş adı kalmıştır yadigâr…

Hafızası silinmiştir bir kere, bilmez ki, İzmir’i güzelleştiren dillerdir, dinlerdir, rengârenk hallerdir. Oysa şehir “tek din ve tek dilli”fukaralığına sevinir, bayram eder olmuştur!..

İzmir’i güzel eden Kordon konakları, Aya Fotini’nin kulesi, Vezir Hanı ve daha niceleridir…

Dünyaya açılan her milletten tüccarları, sanayicileri ve sair sermayedarlarıdır.

Buharlı fabrikalarıdır, hünerli ellerin atölyesidir; her milletten işçiler, ustalar, sanatkârlardır.

Derler ki sermayenin vatanı olmaz…

Ve, bilirler ki işçilerin vatanı “ruy-i zemin”dir (1).

Ve bilmezler ki, türlü milletten hüner sahiplerinin kepenk indirip kepenk kaldırdığı çarşıları, pazarlarıdır …

Türlü dillerden kalemlerin yazılarıdır, türlü dilde söylenen şarkıların ahengidir.

Ne o yazılardan bir mürekkep damlası, ne o şarkılardan semaya yükselen renklerin biri vardır bugün şehirde. Oysa İzmir’i İzmir yapan, “Güzel İzmir” yapan onlardır.

Ekim 1922’den sonrasıdır, yani “Büyük İzmir Yangını” sonrası o güzelliklerin hiçbiri kalmaz şehirde…

                                                                    *       *       *

İnanmak zordur, ama Büyük Millet Meclisi (BMM), “Büyük Yangın”ı hiç gündemine almaz! Fakat, İzmir’in yandığı günlerde;

14 Eylül 1922’de önce gizli celsede, sonra aleni celsede yapılan oturumun ardından Meclis’in kararıyla 8 Ocak 1920 tarihli kararname”yi kaldırır. (2)

8 Ocak 1920’de, Osmanlı Hükümeti tehcir edilen, mallarına el konulan Ermenilerin mallarının iadesini kabul etmiştir. Suçun tescilidir bu.

Ankara, yani BMM de, açılır açılmaz İstanbul’un “Ermeni mallarının iadesi”ni  kararını kabul eder. İzmir yanarken görüştüğü ve telaşla kaldırdığı budur.

O kararnameyi yürürlükten kaldırmak, hem geçmişe, hem geleceğe yürüyen bir “af” yasası gibidir.

Kim tutabilir artık İzmir’deki vurguncu, soyguncu çeteleri!

                                                              *       *       *

1931’de İzmir’e belediye başkanı olan Doktor Behçet Uz, o günleri şöyle anlatır anılarında:

Şehirde muazzam bir karışıklık vardı… Esirler (Ortodoks Hristiyan erkekler) içeriye (Anadolu’ya), muhacirler (göçe zorlanan İzmirli Hıristiyan kadın, çocuk ve yaşlılar) dışarıya sevk edilirlerken, hâlâ … yağma önlenmeye çalışılıyordu.”(3)

Büyük İzmir Yangını”nı görüşmeyen Meclis, yangından üç ay kadar sonra, 27 Kasım günü gizli oturumda, “Büyük İzmir Vurgunu”nu görüşür.

O gizli oturumda,  Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey neticeyi kürsüden açıklar:

Efendim, İzmir’de ve bütün emvali metruke yanan kısmı hariç olmak üzere emvali metrükenin menkul kısımı – miktar ifade edemem, çünkü henüz nakde tebdil edilmemiştir. Tahmini acizaneme göre mücadelei milliyenin ihtidasından bu sene nihayetine kadar olan açıklarımızı kapatabileceğini ümit ediyorum.”(4)

Sözü edilen “resmi ganimet”tir ve savaşla geçen üç senenin giderlerini karşılayacak kadar çoktur. İlave eder:

Ganaimin(ganimetlerin) çok büyük bir kısmı Yahudilerin eline geçmiştir. Bu yağma, edilen kısımdan çok büyük bir kısmı Yahudilerin eline geçmiştir. Bu da o zaman gayrı kabili ictinab (sakınılamayacak) bir mesele idi. Yağma Yahudilerin eline geçmesin diye bir tedbir almanın ve bir kuvvet sevk etmenin imkânı, dünyada, yok idi…”(5)

Yani, “kurtuluş”tan sonra “devlet kasası”na girecek yerde vurguncuların cebine giren “gayrı resmi ganimet” hakkındadır bu sözler…

Maliye bakanı, devam eder:

Kalan emval (mallar) büyük bir yekûn teşkil eder. Mühim bir yekûna baliğ oluyor. Hatta şimdiye kadar harben girilen hiç bir şehirde kalmış miktar ile kıyas edilecek derecede değildir…”(6)

Yani dünya dünya olalı böyle yağma görmemiştir. Yangınla başlayan “yağma”, yangından sonra da günlerce sürer;

1915’teki İttihatçı hükümet döneminde olduğu gibi emvâle (mallara-tu) el koyma, 1923’te de aynen sürecektir. Bununla emvâl-i metruke (terkedilmiş mallar) olarak nitelendirilen tüm mallar vaziyet edilmeye (el koymaya)  yani gasp etmeye ve ekonomik tanımıyla devlet adına el koymaya…” (7) devam edilir.         

Şehir soyulup, soğana çevrildikten, yanıp yakılıp kül olduktan sonra, yangın yeri 1936’ya kadar öylece virane kalır.

Utanan Şehir”in o “çukur”u da bu yerlerden biridir.

                                                                  *       *       *

Vurguncular elinde imar planı, mülkün yeniden bölüşümünü kitabına uyduran “çizimli ve renkli yasa”diye bilinir. 1925’ten başlayarak İzmir’e imar planları yaptırılır, plan ile belirlenen “yeni” arsalar “açık arttırma” ile satışa çıkarılır. Satılan satılır, yine de elde epey arsa kalır.

Elde kalan bina ve arsaların bir bölümü “18 Mart 1925 Tarihli Bakanlar Kurulu’nun;

“,.. Gayri müslim toplumların çeşitli sebeplerle ellerinden çıkan okul, mabet ve hayır müesseselerinin özel idarelere devri” kararına uyularak, bir bölümü belediye ve diğer resmi kurumlara  dağıtılır.

Çeşitli sebepler” nedir?  “Ellerinden çıkan” ne demektir? Burası bir vakıf mülküdür, Ermeni kilisesine, ruhani liderliğe ait yüzlerce yıllık bir vakıf mülküdür!

Yangından sonra Hıristiyanlara ait taşınmaz malların resmi kurumlara bol bol dağıtılmasına rağmen, elde kalan pek çok “sahipsiz” emlâk vardır. En başta geleni ve en genişi “yangın yeri”dir. Sat sat bitmez.

1931 yılında Behçet Uz’un belediye başkanı olduğu dönemde, yeni bir imar planı hazırlatılır, yangın yerinin arta kalanı artık İzmir’in “Kültürpark” alanı olacaktır.

O “çukur” bu alanın, “Kültürpark’ın dışında kalır. İmar planında “36 No’lu imar adası” olarak belirlenir ve mülkiyeti belediyeye devredilmiştir.

                                                           *       *       *

36 No’lu imar adası” yangından evvel Ermeni hastanesinin bulunduğu adadır.  Şehir Meclisi’nin (zamanın belediye meclisi) Nisan 1932 oturumuna şöyle bir “dilekçe” gelir:

Basmane civarında Belediye’ye ait 36 nolu ada üzerine işbu teklifnameye merbut proje mucibince İzmir’le mülhakat diğer köy, kaza, nahiye ve vilayetlere işleyen otomobil, otobüs, kamyon, kamyonet ve emsali arabalar için şehrin ihtiyacına tekabül edecek büyüklükte bir garaj ve teferruatı ve garaja varidat ve ziynet temin eyleyecek mağaza, dükkân, depo, baraka gibi binaları park ve bahçeleri inşa ve ihya eyleyeceğim…”(8)

Dilekçe sahibi, yıllık 3.000 lira kira vereceğini, giren çıkan araçlardan alınan ücretten %10 pay ödeyeceğini, on yıl sonra da devredeceğini belirtir. Şehirlerarası yük ve yolcu taşıyan araçlar bu”garaj”a park etmek zorunda olacaktır. Bir “tekel” olması istenir yani…

Bir de şu talepte bulunulur:

…Bu iş arttırma, görüşme, pazarlık suretiyle kötü sonuca bağlanırsa her şeyden önce beş bin liralık bir opsiyon mektup şeklinde tarafıma verilmesini bu teklifte şart ve rica ederim” der.

Çünkü, daha dilekçe verilmeden, görüşülmeden ve kabul edilmeden masraflar edilmiş, “projeler” hazırlatılmış ve dilekçeye bile eklenmiştir ve dilekçe sahibi bu masraflarını istemektedir!

Dilekçe sahibi Nazmi Sadık Bey’dir. Nazmi Sadık Bey “Türk Sesi” gazetesi sorumlu müdürüdür. Türk Sesi”  Büyük Yangın’dan sonra İzmir’de ilk çıkan gazetedir ve kendini şöyle takdim eder:

Türklük aleyhine doğrudan doğruya veya dolayısıyla halde ve istikbalde, muzır olabilecek her unsur, her müessese, her teşkilat ve her şahıs bila kayd u şart gazetemizin düşmanıdır…”(9)

Netice: Nazmi Sadık bey muradına erer, bu “imar adası”nı, Ermeni mülkünü garaj yapar, hem de kırk yıl kadar İzmir’in “tek” şehirlerarası otogarı olarak kalır.

                                                           *       *       *

Yetmişli yılların ortalarında “garaj” başka yere, Halkapınar’a taşınınca, boş kalan 35 bin metre karelik bu ada  “dünyada mekân”a tapan kimilerinin iştahını kabartır. Projeler hazırlanır, belediyeye teklif üstüne teklifler yapılır. Hemen bir “gökdelen” dikmeye girişirler. Pürüzler çıkar, bir türlü neticelenemez!

Bu girişimler esnasında,1999’da  kazılan derin temel çukuru o gün bu gündür şehrin göbeğinde kalır.

İşte İzmir bu “çukur”dan utanır!

                                                           *       *       *

Lâkin İzmir, bu “çukur”un geçmişini hatırlayıp  utanmaz.

Paylaşılamayan “çukur”daki Surp Lusavoriç Hastanesi 1800 başlarında yapılır, 1845 Yangını’nda Ermeni Mahallesi ile birlikte yanar ve Ispartalıyanlar’ın desteğiyle yeniden inşa edilir.

İslâm milletten fakir hastalarında bakıldığı, bahçe içinde, sağlam bir taş yapıdır hastane.

Başlangıçta yetmiş yataklı olan hastane binası,.. Agop ve Ohannes Ispartalıyan tarafından 1879 yılında genişletilerek, yüz yirmi yataklı olarak yeniden açılmıştır. Ancak hastanenin daha çok yaşlı ve yoksulları barındıran bir hayır kurumu gibi görev yaptığı belirtilmektedir… Meyve, sebze ve çiçek bahçeleriyle çevrili, geniş ve iyi donatılmış hastane yapısı, 14×65 metre boyutlarında, ince uzun bir dikdörtgen formunda olup,.. Zemin katta idareye ait odalar, mutfak, hamam, hizmetli odaları; üst katta ise ameliyathane ve hasta odaları yer almaktadır… Alt kattaki yedi odadan biri hastane müdürüne, biri idari heyetinin toplantı ve çalışmalarına, biri hayır şirketinin görüşmelerine, ikisi erkek hademelere, biri ihtiyar kadın hizmetçilere, biri de depoya aittir. Ana girişin sol tarafında, verem gibi bulaşıcı hastalık taşıyanlar için iki oda yer almaktadır. Üst katta ise iki ameliyat odası, iki hademe odası … bulunmaktadır. Yapının bahçesinde eczane, su deposu, çeşme, birkaç odanın yer aldığı küçük bir yapı ve bir kilise mevcuttur. Ayrıca bahçede on-on beş kimsesiz çocuğu ve yirmi-yirmi beş akıl hastasını barındıracak bir bölüm vardır.” (10)

Vicdan sahibi, ahlâk sahibi her insan, bir hastanenin kim tarafından olursa olsun “yakılması, yıkılması, yok edilmesi ve soyulması”nı kabul edemez, kabul etmemelidir.

Kahpe Yunan kaçarken yaktı” ya da “Ermeniler yaktı!” ya da ”Rüzgâr vardı, o yüzden yandı!” der “kabul etme”ye vicdanı elverenler.  

Lâkin şunu sormalı öyle konuşanlara:

Geniş bir alan, bir büyük bahçe içinde bin metrekare kadar bir alana oturan, toplamı iki bin metrekareyi aşan bir taş binaya ve o binanın her odasına o alevler nasıl erişir?..”

Derler ki “milli tarihçiler; “Onlar düşmandı!” Derim ki onlara, “verem hastaları, çocuklar” ve akıl hastalıklarıbölümünde yatanlar mı düşmandı?”

O hayır kurumunun, o Ermeni hastanesinin mülkü üstünde “paylaşım savaşı” hâlâ sürüyor.

Her şehir, barış ve huzura kavuşmak için, o şehirdeki utanç çukurlarıyla yüzleşmelidir…

1.         Yeryüzü.

2.         TBMM Gizli CZ, cilt:3, sf. 768-781; TBMM ZC, cilt: 23, sf. 49. (aktaran,Nevzat  Onaran, “Ohannesler’in Tarlası ‘kimin?” Nevzat Onaran, Bianetbianet.org . 20 Haziran 2010.  

3.         Behçet Uz, “Atatürk’ün İzmir’i, Bir Kentin Yeniden Doğuşu, s.39, İş Bankası Kültür Yayınları, 2007.

4.         TBMM Gizli Celse Zabıtları29 Teşrinisani 1338 (1922), s.1131

5.         age. s.1137

6.         ”age s.1136

7.         Nevzat Onaran, “Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi )1920-1930)” Evrensel Basım Yayın, 2013, s.171.

8.         Belediye Umumi Meclisi Zabıtname defteri, Nisan 932 İçtimaı, s.32-39

9.         Prof.Dr. Zeki Arıkan, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt: VIII / Kasım 1991 / Sayı: 22 Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu Açılış Töreni Konuşmaları.

10.       Didem Akyol Altun, Tarih İncelemeleri Dergisi XXIX / 2, 2014, 405-443 “Cumhuriyet Öncesi Dönemde İzmir Hastanelerinin Mekânsal Gelişimi.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s