Eleştiri yoksa, poliste alınan ifade dışında, “ifade özgürlüğü” yoktur.
“İslam’da tenkit (yani eleştiri) yok nasihat vardır.” Kimi alimler “iyi niyetli ve yapıcı olursa tenkit kabuldür” der ama…
Türkiye’de İslamcılarda cihat ve şehadet üstünden hamaset konforu vardır. Çok büyük İslam tarihinin bir gününü ve bir kişisini bile tenkidi aklından geçirmez.
İstiklâl Harbi de bu kapsamdadır, tenkide kalkan “kafir” ve/veya “hain” ilân edilir.
Laikçiler moderndir, mürekkep yalamış ve yüzünü batıya dönmüştür, “bilimsel”dirler ve “eleştiri” nedir, “ifade hürriyeti” nedir bildiklerini söylerler. Ulusal Kurtuluşçu ve Atatürkçü’dürler.
Türkiye’de laikçiler “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nun varlığından rahatsız olmazlar, bu da onların konforudur. “Ulu Önder” eleştirilemez. Eleştiren “Atatürk düşmanı” ve “vatan haini” ilân edilir.
Enverler, Talâtlar için de üç aşağı, beş yukarı durum buna benzer.
Türkiye’de “devrimci”ler eleştiri ile yetinmez, bir de “öz eleştiri”yi ekler. Bilirler ki, geçmişi eleştirmeyen geçmişten ders çıkaramaz. Geçmiş tüm acılı olayları ve aktörleri ile eleştirilmelidir…
Ama acılı her yıldönümleri ağırlıklı olarak eleştirisiz “güzelleme” günleri olarak gelir, geçer…
Oysa “devrimci geçmiş”i eleştiriyi yasaklayan bir kanun yoktur ki! Öyleyse neden?
Eleştiri yapmaya kalkana sıkça verilen cevap şudur: “Şimdi sırası değil!”
Eleştiriyi, ifade özgürlüğünü “sıraya koymak” bir Türkiye devrimci klâsiğidir. Ve, o “sıra” bir türlü gelmez.
Türkiye’nin yüz yıllık İttihatçı geçmişini hakkıyla eleştirmeye “sıra” gelmediği, gelemediği gibi…