Meşrutiyet’in yeniden ilânından dört ay sonradır, İttihat ve Terakki’nin “yarı resmi” yayın organı “Tanin” gazetesinde aşağıdaki satırlar yer alır:
“Rum gazeteleri Genç Türkler’in Osmanlı milletlerini birleştirerek hepsini Türk yapmak gibi bir fikir beslediklerine hükmettikten sonra kendilerinin hiçbir zaman milliyetlerini unutmayacaklarını temin ve ilan eylediler.
Genç Türkler’in hiçbirinde Rum’u, Ermeni’yi, Bulgar’ı Türk yapmak fikri mevcut değildir. Artık Yirminci Yüzyıl’da bir millete zorla milliyetini unutturmak uygulanması olanaksız bir keyfiyet olduğunu tarihteki olan biten ile azıcık meşgul olanlar bilebilirler. Polonyalılar bu kadar özel tedbirlere tabi tutulduğu, hatta ana lisanlarından dahi mahrum bulundurulduğu halde hâlâ milliyetlerini korumuşlardır.” (Anasırı Osmaniye’nin Birleşmesi, Tanin gazetesi, başyazı, 15 Teşrinisani (28 Kasım) 1908)
Yukarıdaki alıntıda altı çizilecek nokta, Meşrutiyet’in yeniden ilânının hemen ardında İttihatçıların “Türklük” ve “Türkleştirme” ifadelerinin, “biz öyle şey düşünmüyoruz (!)” kabilinden de olsa gündeme getirilmiş olmasıdır.
Yüz yılı aşkın süredir bu ülkede yaşananlara, bugüne bakınca, yukarıda Tanin’in yazdıklarına, İttihatçı söylemlerine inanmak mümkün mü?
Aynı tarihte İslâm millet içinde; İttihatçı niyetlerini sezen, gören, bilenler de vardır ve sayıları az değildir. Misal Baha Tevfik, “Türkleşmek/millileşmek” konusunu açtıkları için teşekkürle başladığı yazısına şöyle devam eder:
“Türklüğün vaktiyle pek beğenilir kabul edilmiş bazı nitelikleri vardır ki bugün onlar müthiş birer ayıptır. Onları canlandırmaya değil ortadan kaldırmaya çalışmalı, uygulama alanına çıkarmaktan çok tarihin derinliklerine gömmelidir… Meselâ akıncılık, daima cengâver geçinmek için göçebelik (etmek), ticaret ve faizcilikten nefret vesaire… Hep bunlar dünün meziyetleri, fakat bugünün kusurlarıdır.
Eğer dünkü ırksal karakter ve milli özellikler takdire değer bir şey olsaydı bu gün bu halde bulunmazdık… Bunu unutmamalı ve hatta düşünmeli ki “aynı nedenler aynı neticeleri doğurur” değişmez kanunu gereğince dünkü milletimizin bugün yine canlandırılması, yarınki felaketimizin başlangıcını hazırlamaktan başka bir şey olamaz.
İşin bu yönünü biraz daha açalım: Balkan Harbi’nin ırksal sebepleri ve etkileri tahlil olunursa hayretlerle görülür ki mağlubiyet sebebi; milliyetten uzaklaşmamız değil, bilakis milliyetin dibine saplanıp kalmamızdır. Bugünkü tembellik, bugünkü teşebbüssüzlük, bugünkü medeniyetsizlik, bugünkü siyasi ahlâksızlık, tamamıyla dünkü milli gururun, dünkü akıncılığın, dünkü göçebeliğin, dünkü yeniçeri kavgalarının ancak isimlerini değiştirmiş şekilleridir…” (Baha Tevfik, “Halihazır Meselemiz Millileşmek Emeli”, Felsefe Mecmuası, s.3-5)
“Bir adım ileri, iki adım geri” gidebilsek, hiç olmazsa “İttihatçı şartlandırılmışlık” zincirinden kurtulabileceğimiz bir ortam, bir düşünce ortamı er geç doğardı…
Yüz yıldır “yerinde saymak” akılları dondurmaya yetiyor, hem de aynı kalıp sözlerle, aynı “istiklâl” aşkı ile!