“İstiklâl” kavramı, özellikle İttihat ve Terakki çevrelerinde Meşrutiyet’ten evvel gizli gizli, Meşrutiyet’ten sonra ise açıktan açığa kullanılmaya başlandığında, esas hedef Avrupa (emperyalist) devletleri veya “kapitülasyonlar” falan değildir ve kronolojik olarak olamaz da…
“İstiklâl” kavramının hedefinde olanlar, Meşrutiyet’in çok öncesinden, 17.Yüzyıl sonlarından başlayarak (bazıları) kapitalist dünya ticareti ve sanayisinde yer tutarak zenginleşen ve fakat Tanzimat Fermanı (1839) ile birlikte eşit haklı vatandaşlar olarak tanınmayı isteyen Müslüman olmayan Osmanlı milletleridir. Özellikle onlara mülkiyet hakkı tanınması İslâm zadegânı için kabul edilir şey değildir. Çünkü toprak “kutsal”dır ve “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır!”
Müslüman olmayan Osmanlıların “eşitlik” talepleri günden güne artar, Islahat Fermanı (1856) ve sonrasında Meşrutiyet ilânı (1876) ile İslâm önde gelenlerinde endişe büyür…
Müslüman Osmanlılar içinden değil de, onların dışında filizlenip zenginleşmeye başlayan Gayrı Müslim Osmanlı burjuvazisi en büyük iç tehlike, “iç düşman” olarak görülmeye başlar.
Meselâ 1908’de, Meşrutiyet ilânının hemen ertesinde, Eylül başlarında, İttihatçı Doktor Nazım İzmir’de davetli olduğu konakta Hristiyan Osmanlıların yüzüne baka baka şunları söyler:
“Komitacılar olarak fikirlerimizi saklamak niyetinde değilim, bütün Osmanlı’yı tek millet, tek din fikrinde birleştirmeye kararlıyız!.. Komitacılar olarak tabiat kanunlarına inanırız. Şahsım bir hekim olarak bu kanuna hürmet ederim ve bu kanuna göre din ve sair renkler zayıflayacak, onların yerini madde ve menfaat alacaktır… Tabiat kanunları hükmettiğinden aynı dili konuşan, aynı dine bağlanan yekvücut bir Osmanlılık hâkim olacaktır… Bugün Anadolu’da tahminen üç milyon Rum var, yani ekalliyetsiniz, İslâm millet birden çok kadına sahip olabildiğine göre daha da çoğalacak, üstelik Osmanlı hududu dışından milyonlarca Türk bu topraklara akın edecek, o zaman seyredin manzarayı …” (bkz. Masal 28, talatulusoy.com)
31 Mart 1909’dan, İttihatçılara İstanbul’u yeniden fethetme imkânı veren olaylardan sonra kim tutar İttihatçı “Selanik İhtilâlcileri”ni…
Meselâ, “1911 Yılındaki konuşmasında Kanunu Esasi ile belirlenen koşulların ülkedeki tüm halkların Türklerle eşit haklara sahip olacakları anlamına gelmediğine dikkat çeken Talat, “Osmanlı İmparatorluğu Türk devletidir; bu, akıldan hiç çıkarılmamalı” demiştir. (Arsen Avegyan, Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat Terakki, s.89, Aras Yayıncılık, 3.Baskı, 2013)
Yine aynı Talât, İttihat Terakki Cemiyeti’nin 4.Kongresi’nde, “Biliyorsunuz ki Kanunu Esasi’ye göre Müslümanlar ve gâvurlar eşittir. Ancak… anlamamız gereken, bunun ulaşılamayacak bir amaç olduğudur. Şeriat, bizim tüm geçmişimiz …, böyle bir şeyin gerçekleşmesinin ve gerçek eşitliğin önünde engeldir…” (Arsen Avegyan, Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat Terakki, s.90, Aras Yayıncılık, 3.Baskı, 2013)
“İç düşman”a karşı mücadele Meşrutiyet’in yeniden ilânından hemen sonra başlatılır. En önemli misali “1909 Adana Katliamı”dır.
Arkası aralıksız, çorap söküğü gibi gelecektir ve gelir.