“İstiklal” karşılığı olarak tek kelime ile “bağımsızlık” demek, “istiklâl”in bugüne taşınması istenmeyen anlamından kurtulmak demektir.
“İstiklal”e “kurtuluş” deyip geçmek, bir ezberdir, zarfı açmadan içindekini okumak gibidir!
“İstiklal” kavramına “kurtuluş” veya “bağımsızlık” deyip geçmek, o kavramı zamanı ve zemininden bütünüyle koparmaktır.
Bu kopuşla, Cumhuriyet neslinin geçmişi karanlığa gömülür, geleceğini serbestçe tayin hakkına set çekilir. Nasıl mı?
Meselâ, “İstiklâl Harbi”, sütten çıkmış ak kaşık misali “emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı”na çevrilirse, bir tür sağ’lı sol’lu “kutsallık” şalına büründürülürse, ardından gelen kuşaklar resmi ezberlerin ve popülist nutukların tutsağı olur; düşünen kafalar bile, “resmi tarih” çerçevesi dışına çıkamaz; hem “sol” hem de “sağ” kanat siyasette yerli ve milli bir “antiemperyalizm” hamaseti ile yetinilir olur.
“İstiklâl Harbi”, “emperyalizme karşı kurtuluş savaşı”na çevrilirse, geçmişte işlenmiş suçların sanıklarına bir zırh, bir kalkan olur; İttihatçıların “işledikleri insanlık suçlarından kurtuluşu” için verdikleri mücadelenin üstü örtülmüş olur aslında.
İttihatçıların 1908’den başlayarak Müslüman olmayanlardan “kurtulmak” ve tek millet olmak uğruna işledikleri suçların adı “milli mücadele”, eşkıyalık ise “kahramanlık” olur.
“İstiklâl”, zamanı ve zeminine oturtulmadıkça Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasiye ve ilerlemeye giden yol tam bir “çıkmaz sokak” haline gelir; on yılda bir askeri ve “sivil” darbelerle yeniden “milli mücadele”ler verilir, İttihatçı kurtuluş ve kuruluşun sürekliliği sağlanır.
** ** **
“Dil Devrimi”nin evvelinde, İttihatçıların mücadelelerinin zamanı ve zemininde “istiklâl” kavramının anlamı ne idi?
Fransız Devrimi’nden yüz yıl kadar sonra ilân edilen Meşrutiye ile yaşıt, yani 1876 tarihinde ilk baskısı yapılan Şemsettin Sami’nin “Kamus-u Türki”sinde şöyle tanımlanır istiklâl:
“Kendi başına olmak. Kimseye tabi olmayıp kendi kendine olma.” Eşlerin boşanması anlamına gelebilir ama,İşgalcilerden kurtulmak, işgalcilerin boyunduruğundan kurtulmak anlamına asla gelmez. Malûm, o tarihlerde “Anadolu’da işgal(!)” de yoktur!
İstiklal “kıllet” kökünden gelir. Kılle(t); azlık, nâdirlik anlamındadır.
İstiklâl; “tek millet ülküsü/davası”nın ithali sırasında siyasi anlam yüklenen; Fransız Devrimi’ni “tek millet olmak” olarak anlayanların dört elle sarıldığı bir anahtar kavramdır.
1876 Tarihinde Osmanlı’da “emperyalizm” olarak tanımlanan bir “dış düşman” yoktur. Eğer bu kavram o tarihlerde illâ kullanılacaksa Osmanlı’nın “emperyal” yapısı ve zihniyeti için kullanılabilir.
“İstiklâl” özellikle 1908’den sonra İttihatçı ağızlarda sıkça duyulmaya başlanır.
“Komitacılar olarak fikirlerimizi saklamak niyetinde değilim, bütün Osmanlı’yı tek millet, tek din fikrinde birleştirmeye kararlıyız! Siz-biz meselesi kalmayacak!.. Komitacılar olarak tabiat kanunlarına inanırız. Şahsım bir hekim olarak bu kanuna hürmet ederim ve bu kanuna göre din ve sair renkler zayıflayacak, onların yerini madde ve menfaat alacaktır… Tabiat kanunları hükmettiğinden aynı dili konuşan, aynı dine bağlanan yekvücut bir Osmanlılık hâkim olacaktır…”(bkz. Saklı İzmir Masalları 28)
“Bütün Osmanlı”dan kastedilen İslâm, Ermeni ve Rum Ortodoks ve sair Osmanlı milletleridir ki, birleştirilecekleri “tek din” İslâm dinidir. İşte bu hedef, yani “Tek din İslâm” hedefi, bir “istiklâl” mevzuudur, yani “öteki din”leri ortadan kaldırmak, “kendi başına olmak”tır.
“Ötekiler” nasıl ortadan kalkacaktır?
Ya kendi rızaları ile, ya da zorla ”ihtida” edecekler, Müslüman olacaklar;
Ya kendi rızaları ile veya “tehcir” (sürgün) yolu ile yurtlarını terk edecekler;
Ya karşılıklı anlaşmalara dayalı insan değiş-tokuşuna tabi tutulacaklar;
Ya da…
Foto: İslâm’ın Ermenilerden istklâli!..