“İstiklâl” yolunda İttihatçıların tartışmasız bir “zafer” kazandığı aşikârdır.
“İstiklâl Harbi” ve devamı olan “mübadele” sonucunda, Anadolu ve Rumeli toprakları Hristiyan Osmanlı vatandaşlarından “temizlenir”.
“Temiz Topraklar”da İttihatçıların yolu kısa zamanda çatallanır: “İslâm istiklâli”ndetakılıp kalanlar, askeri kuvveti elinde tutan “Türkçü İttihatçılar”larca adım adım tasfiye edilir…
“İstiklalciler” ile “Kurtuluşçu”ların bitmeyen iktidar paylaşımı kavgasıdır Cumhuriyet’in siyasi tarihine damgasını vuran.
“İstklâlci”ler için de, “Kurtuluşçu”lar içinde, ortak geçmişleri, yani Anadolu’nun “İslâm ve/veya Türk” olmayanlardan temizlenmesi kutsal bir mirastır ve günümüzde “milli birlik-beraberlik”in temelidir.
“Milli birlik-beraberlik” içinde olanlar, iki bakımdan “derin!” görüş ayrılıkları içinde görünürler:
Birincisi, “Ulu Hakan Abdülhamit Han” mı denilecek, yoksa “Kızıl Sultan” mı denilecek meselesi.
İkincisi, “Ulu Önder Atatürk” mü denilecek, “Gazi Mustafa Kemal” mi denilecek meselesi.
Bu kadar “derin” anlaşmazlığa rağmen “milli birlik-beraberlik”ten vaz geçemezler. Çünkü;
“Abdülhamit’in Müslümanlık Sözleşmesi siyaseti onu iktidardan düşüren İttihatçılar tarafından tekrar yürürlüğe konabilmiştir” (Türklük Sözleşmesi, s.83) diyen ve “Müslümanlık Sözleşmesi sayesinde doğan yeni devlet,.. sözleşmeyi bir ölçüde daraltıp Türkleştirmiştir” (age.186)
Abdülhamit’ten miras bir anlayışla doğan “Türk İnkılâbı” bu bakımdan gerçekten eşsizdir.
** ** **
Hâkim zihniyetin“istiklâl mücadelesi” bitmemiştir!“
Hedef “İstiklâl-i tam”dır. “İstiklâl-i tam” yolunda hedef, herkesi “Türk” yapmaktır!
Cumhuriyet ile birlikte derhal biradım daha atılır. Anadolu ve Trakya’da semavi dinlerden kalan bir de Yahudiler vardır, onlar da “Türk” olmalıdır!
“Yahudiler, Tuttuğunuz yol çok yanlıştır” başlığıyla çıkan aşağıdaki yazı, “istiklâli tam mücadelesi”ne örnektir:
“Teşkilatı esasiye kanunu “ Türkiye’de Türkler vardır” diyor. Binanaleyh siz de ya Türk olarak burada oturacak veyahut mavi zemin üzerine beyaz yıldızlı bayrak taşıyan hükümetin topraklarına gitmek mecburiyetindesiniz. Size “biz Türk olduk” dedikten sonra kimse çıkıp da “buradan gidiniz” diyemez. Fakat “biz Türklüğün içinde Yahudi mevcudiyeti, Yahudi cemaati olarak yaşayacağız” iddiasında bulunuyorsanız müsaade edemeyiz…” (Zeynel Besim, Hizmet gazetesi başyazı, 7 Ocak 1926)
“Türkleşme” yolunda Yahudi meselesi de halledilir, kalan Yahudiler “ihmali kabil”dir (önemsiz sayılabilir).
** ** **
Üstünden geçen yüz yıla rağmen, Türkiye’de hakim zihniyet, “İslâmcı/Türkçü ve/veya Türk-İslâmcı” İttihatçı zihniyet aynıdır.
Günümüzde verilen “istiklâl” mücadelesini anlamak için yapacağınız tek değişiklik, Hizmet gazetesindeki başyazıda “Yahudi” yerine “Kürt” kelimesini koymaktır.
Cumhuriyet yıllarında bütün askeri darbelerin esas nedeni, “Kürt uyanışı”na karşı “istiklâl”i koruma hareketidir. Genel olarak “Sol’a karşı darbe” söylemi içinde bu hakikat silikleşir.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi: “İstiklâl” mücadelesinin Cumhuriyet dönemindeki ilk büyük adımı olan 1925 Şark Islahat Planı’yla başlayan uygulamalar 1960 Darbesi ile yeniden gündeme gelir. Beş yüze yakın Kürt kanaat önderi sürgüne gönderilir.
12 Mart 1970 Askeri Darbesi’nin hedefinde, artan “Kürtçü” hareketler vardır. Nitekim aşağıdaki satırlar dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu’nun 24 Şubat 1971 tarihli raporundan:
“Tedbir alınmadığı takdirde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetişen neslin Kürtçülük cereyanlarını gittikçe daha fazla geliştireceklerine ve yarın birer gerçek Kürtçü olacaklarına dair elimizde bilgiler vardır” bilgisinin yer aldığı” belirtilir.( 12 Mart’ın gizli tarihi – Tedbir alınmazsa Kürtçülük gelişecek …https://www.milliyet.com.tr)
12 Eylül 1980 Darbesi ardından Diyarbakır zindanlarında yaşananlar, darbecilerin “Kürtlerin Türkleştirilmesi” hedefinde, yani “istiklâl-i tam” hedefinde ısrarlarının şiddetini gösterir.
Bugün “Kürt Meselesi”nde “milli birlik-beraberlik” şart ise, bu durum “devlet aklı”ndan hiç çıkmayan “sürekli istiklâl mücadelesi”nin gereğidir.
** ** **
“İttihatçı- kurucu zihniyet” Anadolu’ya, Balkanlar’a, Kafkaslara çok çektirdi. Yeni felaketlere yol açılmaması için bu zihniyet ile yüzleşmek şart. Yüzleşmek, bir yandan da “büyü bozmak” eylemidir. 1919-1922 Arasında yaşatılanları “İstiklâl, Kurtuluş veya Bağımsızlık” büyülerinden kurtulmak eylemidir. Büyücü yalanlarını, “Vatan-Millet-Sakarya” hamasi edebiyatını silkelemektir yüzleşmek.
İlk nottaki alıntıyı hatırlatarak son verelim:
“Türk toplumunu ve siyasetini bunaltan, nefes alınmaz hale getirenlerin tahakkümünden kurtulup özgürleşmenin tek çaresinin yakın tarihimizi bütüncül bir şekilde sorgulamaktan, eleştirmekten, doğru olarak kabul edilmiş varsayımları yıkmaktan…” geçer.
Yalan ve cilalanmış geçmiş üstüne demokrasi inşa edilemez! Demokrasiye giden yolda “istiklâl” kutsalından kurtulmak gerekir. Her şeyden evvel “istiklâlci-kurtuluşçu”ların biat ettiği “milli birlik-beraberlik dini” ifade özgürlüğünün reddidir.
İfade özgürlüksüz toplumlarda “istiklâl” temel değer olduğu sürece demokrasi olamaz!
“İstiklâl” hamaseti sorgulanmaya başladığında, biliniz ki demokrasinin önü açılır…