Yüzleşme Yazıları

“İttihat Terakki Müslüman Türk kültürüyle pek bağdaşmamasına rağmen pozitivistlerin materyalizmini benimsemişti. İzmirli Müslümanlarla daha doğudaki şehirlerde yaşayanlar arasında bir fark vardı elbette. Müslümanlarla gayrı müslimlerin hukuken eşit olmasına Konya’da hiç sıcak bakılmıyordu. Fakat İttihat ve Terakki, ne İzmir’de ne de başka bir yerde homojen bir politik söyleme sahip değildi. Söylemin ayan beyan ortada olan çelişkileri sayesinde toplumun farklı katmanlarına seslenebiliyor, ideolojisinin şu ya da bu bileşenini öne çıkarabiliyordu.”[1]                                                       

İzmir’in farkını Herve Georgelin ne de güzel belirtir?

                                                             **       **       **

İzmir’in çok dilli, çok kültürlü uygarlığı,  İttihat Terakki’ye karşı her dinden insanların güçlü bir muhalefetini sağlar. O yüzden İttihat Terakki İzmir’e, Celal Bayar gibi, Anadolu gazetesi sahibi Haydar Rüştü gibi, Doktor Nazım’ın bacanağı Tevfik Rüştü (Aras) gibi pek çok İttihatçı’yı ithal etmekten başka çare bulamaz…

Yapılan “ithalât”lar da, İttihat Terakki’nin “İzmir Uygarlığı”na son verme arzusuna merhem olmaz. Ancak … 

Ülkeyi savaş felaketine sürükleyen, sessizce inlerine çekilen İttihatçılar’ın “savaş ve soykırım suçları”ndan sıyrılmaları ve yüzlerini İzmir’e dönmeleri için, 15 Mayıs 1919 ile arayıp da bulamadıkları bir fırsat doğar.       

Galip İtilaf devletlerinin mağlup Osmanlı’yı “savaş suçları”ndan yargılamak ve yeniden savaş macerasına kalkışmaktan alıkoymak için ağır silahlardan arındırmak görevi vardır. Nitekim;

“Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” sözleri bu görevin tasvirinden başka bir şey değildir ve sadece Osmanlı’ya değil, Almanya’ya da aynen uygulanmıştır. Sözü edilen “işgal” budur, “fetih” değildir.

İzmir’i “işgal” görevine en arzulu olan İtalya’dır. Ancak İngiltere, İtalya’nın On İki Adalar, Ege ve Akdeniz kıyılarıyla ilgili “işgal ötesi” niyetlerine güvenmez ve İzmir’in işgalini üstlenir.

“İzmir’in Kurtuluşu”na giden yolu açan, fakat görülmeyen, üzerinde pek durulmayan bir gelişme olarak da, Kuzey’de yaşanan “Dünya’yı Sarsan On Gün” hatırlanmalıdır. Sovyet İhtilali’nin yarattığı ve yaratabileceği gelişmelerden korkan İtilaf Devletleri’nin, bir an evvel ülkelerine dönme zorunluluğunun ayrıca altını çizmek gerekir. Bu nedenin yanı sıra askerler ve işçiler arasında başlayan ayaklanmalar İngiltere’yi bir “taşeron” arayışına yöneltir. Bu “taşeron” Yunan Krallığı’dır.

1915 Ermeni tehciri ile Anadolu’da Ermenilerin yaşadıkları felaketin İzmir ve çevresi Ortodoks Rumlarının da başına gelmesini önlemek arzusuyla, Yunan Krallığı, İngiltere yerine İzmir’e asker çıkarmayı kabul eder.

Bir de yerli milliyetçilerin dört elle sarıldığı “Yunan Megalo İdeası” (Yüce Yunan Ülküsü) vardır.

Sorarım size bu yüce ülkü sadece Yunan ırkçı-milliyetçilerinde mi vardır? “Turan Ülküsü” nedir?

 “İyi ama Yunan Krallığı ordusu nerede ise Ankara’ya giriyordu?”

İtilaf Devletleri’nin yardımı olmaksızın, Yunan Krallığı Sakarya’yı geçmiş olsa bile Ankara’ya doğru bir adım atabilir miydi ve atamadı…

Dört işlemi biraz bile herkes, orduların gücünü, takkeyi öne koyar, Anadolu yarımadasının coğrafyasını, İslâm ve Hristiyan nüfus dağılım ve oranlarını çarpar, böler, toplar çıkarır, Yunanistan’ın, velev ki “Megalo İdea” gazına gelmiş olsun nasıl bir “Büyük Felaket” tuzağına düştüğünü görür.

Sakarya Meydan Muharebesi’nden bir yıl sonra, “Turan Ülküsü” peşindeki Enver Paşa, Orta Asya’da Basmacı Hareketi’nin başına geçerek Bolşeviklere karşı çarpışırken öldü (4 Ağustos 1922)

Ankara İttihatçıları’na Bolşevik yardımından söz edilir de, Enver’in ölümü üstüne pek gidilmez!

                                                    **       **       **

Ankara meclisi, 1876 Kanunu Esasiyesi’ne dayanarak kurulan bir “Osmanlı İslâm Millet Meclisi”dir ve Ankara kuvvetleri de bir İslâm ordusudur; daha ortada yıkılmış bir saltanat, kurulmuş bir Cumhuriyet yoktur.

Heyet-i Temsiliye’de Mustafa Kemal Paşa’nın dahil olduğu çoğunluk, meclisin Anadolu’da toplanmasından yanadır. Ancak 28 Kasım 1919’da yapılan toplantıda Kâzım Karabekir’in ısrarı ve Rauf Orbay’ın desteğiyle meclisin İstanbul’da toplanması kararlaştırılır.

Bu Meclis’e “tehcir” suçlarından ötürü arananların gönderilmesi üzerine İtilaf kuvvetleri onları tutuklamak, mahkeme önüne çıkarmak için Meclisi Mebusan binasına gelir. Meşhur “Meclisi Mebusan”ı bastılar efsanesi budur.

Bu gelişme Mustafa Kemal Paşa’nın, meclisin Anadolu’da toplanması arzusuna zemin olur.

                                                        **       **       **

Malûm “İslâm Meclisi”, “Meclisi Milli” veya büyük milletin (İslâm Millet) meclisi, yani Büyük Millet Meclisi (BMM) Ankara’da toplanır.

BMM, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’den niye fetva alır?

İstanbul’un Dürrizade Fetvası cevapsız kalmasın diye mi? Hayır! “İslâm Millet Meclisi” olduğu için. Şöyle de ifade edilebilir, İttihat Terakki’nin, göstermelik üç-beş mebus dışında silme İttihatçılar’dan (İslâmcı ve ‘gizli’ Türkçü) oluşan bir “İslâm Millet Meclisi” örtüsü altında toplandığı için…

Yeniden savaşa kalkışmaması için silahtan arındırılması ve denetlenmesi gerektiğinden “Düşman devletler tarafından fiilen işgal “ edilen mağlup Osmanlı’nın Saray’ı, başka türlü bir “fetva” yayınlayabilir miydi?

İzmir dışında hemen hemen Osmanlı toprağının hemen hemen her karışında İttihatçılar örgütlü oldukları ordu ve örgütledikleri Teşkilatı Mahsusa eliyle, İstanbul başta olmak üzere duruma hâkimdi.

İttihatçı gazeteler yayınlanıyor, hükümetler yıkılıyor, kuruluyor, yargılamalar engelleniyor, cezaevlerinden İttihatçı sanık ve mahkûmlar rahatça kaçırılabiliyordu.

Aynı “işgal” Almanya’ya da uygulandığı halde, savaş suçlusu olan mağlup devlet Osmanlı’nın silahtan arındırılmasına imkân bırakılmıyor, silah depoları soyulup silahlar kaçırılıyordu.

Ankara’nın İstanbul ile bağlantısı 1919-1922 arasında hiçbir zaman tam olarak kopmaz, ancak bu bağlantının pek görünür olmamasına 1922 başlarına kadar dikkat edilir.

Üstelik, Mustafa Kemal Paşa daha Samsun’a yola çıkmadan, 30 Nisan 1919’da Harbiye Nezareti, sadarete M.K. Paşa hakkında aşağıdaki yazıyı gönderir:

“Mülga Yıldırım Ordular Gurubu Kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne tayin olunmuş ve tayin işi arz-ı atabe-i ulya (Padişaha takdim) kılınmak üzere makam-ı sâmiye (sadrazama) arzedilmiş idi. Müşarünileyhin emri altında bulunacak olanüçüncü ve on beşinci kolordular mıntıkalarını ihtiva eden Sivas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleriyle Samsun sancağı mülki memurlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebligatı icra etmelerinin tamim edilmesi ricasıyle…”[2]

Dönelim, bir Cuma günü dualarla açılan Ankara Meclisi’nin bir “İslâm Millet Meclisi” ve Ankara kuvvetlerinin bir İslâm ordusu olup olmadığı meselesine;

Ankara’nın fetvasındaki şu cümleler hatırlanmalı:

“İslam Halifesi Hazretleri’nin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, müminlerin Emirinin (Padişahın) varlığının sebebine aykırı olarak, İslamların düşmanı olan düşman devletler tarafından fiilen işgal edilerek… halife, milletin gerçek menfaatleri uğrunda tedbir almaktan men edilmiştir… Hakarete ve esirliğe uğrayan halifelerini kurtarmak için, ellerinden geleni yapmaları bütün Müslümanlara farz olur mu?”

O fetvada “Haydi Türkler savaşa” diye bir cümle yoktur.

“Ya Allah, Bismillah …” demeden hiç kimse, o devirde hangi “deha” askerini kımıldatabilirdi ki?


[1] Herve GEORGELİN, “Smyrna’nın Sonu” s.236, Birzamanlar Yayıncılık 2008.

[2] M.Tayyib Gökbilgin, “Milli Mücadele Başlarken” s.84, T.İş Bankası Kültür Yayınları 2011

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s