Bir şehrin sokaklarında kaybolup gidiyorsan eğer, bilesin ki o seni seviyor.

Ben söylemeden sen anlasana! Bak, kollarına almış seni, sımsıkı sarıyor.

Ey kervancı, ey gemici, ey yolcu, derdiniz de bu değil miydi?
Bu şehre varmak, bu şehirde kalmak, sokaklarında yitip gitmek değil miydi?

Davranın o zaman, durmayın, vurun kendinizi sokaklara!..
Ta ki yitip gidesiye…

Ta ki kaybolduğun şehirde kendini bulup, kendine gelesiye kadar!..

KALBUR SAMAN İÇİNDE

Üç zamanın ilkidir. Çamurdan yaratılanların taptığı taş tanrılarındır şehir.

Yol sorana parmak uzatıp yol gösterir bilenler: Şu dağın ardına var, kalesi görür seni. İşte o kalenin eteğidir aradığın agoralı şehir.

Taş tanrılar ki ne Musa’ya da, ne İsa’ya yaranamaz insan suretleridir, yer yarılır da yerin dibinde kalırlar, kurtaranları olmaz.

Doksan dokuzluk tespih gibidir zamanlar, üç zamanın ilkinin son zamanıdır, çek çek bitmez. Ya sabır!

Şehir düştüğü yerden kalkamaz; bir kariye, bir köy; bir kayikiler (1), bir de pisaraslar (2) kalır geride. Korsanlar sığınağıdır burası, Liman Kale derler, ki suda bitmiş gibidir, korsanlar eseridir.

Üç zamanın üçüncüsünün ilkinde, Hisar Camii denilir bir ibadethane dikilir kale temeli üstüne, ki bu korsan kalesi taşlarıyla örülür duvarları dahi ve dahi bir molla hayratıdır diye bilinir.

Üç zamanın ikincisinde her dinden, her dilden ve her milletten hüner erbabının dükkânı vardır Hisar Camii’ne kıble çarşı sokaklarında!

Evveli var elbet şehrin!..

Taş tanrıların önünden ardından gelen bir millet var, Musa kulu Yahudi millet derler, onlar var şehirde, çarşıda.

Yahudi millet ardından gelen İsa kulu Hıristiyan millet, bunlar görünür şehirde çarşıda, ki tez zamanda artan, çoğalan onlardır.

İskender’den bu yana bu şehri fetheden, Aksak Timur’dan bu yana bu şehri yıkıp talan eden görülmemiştir. Evvelden şimdiye fatih arayanlara deyin ki, İskender’den başka fatihi yoktur bu şehrin!

Ve İslâm milletten bir kul bile yoktur o zamanlar içinde bu şehirde!

Nif’ten (3), Kale’den bakar bakar, çaresiz döner gider İslâm milletin kılıç kuşanmış okçuları. Körfez’i gösterir uzanan parmaklar bir diğerine: Bu göl, nice bir göl, gece olunca uyur mu?

Doğudan, güneyden hal böyleyken, kuzeyi geçit vermez deli sulardır şehrin…

Gel zaman, git zaman, üç zamanın üçüncüsü olmalı, artık sade balıkçı köyü, korsan yuvası deyip geçilemez şehire, zaman değişmekte, İzmir değişen zaman ağır ağır uymaktadır.

Üç zamanın üçüncüsüdür. O zamanlar başlar Manisa ovasının, Aydın ovasının türlü türlü yemişlerinin iskelelerden yüklenmesi, o zamandan başlar Gediz ovasının bereketinin Menemen İskelesi’nden ayna kıçlı teknelere yüklenmesi… O zamanlar başlar yükünü alan teknenin eyleşmeden Konstantinapol’e yelken açması…

Üç zamandan üçüncüsü şehrin düştüğü yerden bir gayret kalktığı zamandır. Sokak be sokak, hane be hane canlandığı zamandır ki, işte o zaman kervan yolu daha sık düşer olur şehre ve işte o zaman başlar kervancı ile şehrin “kara” sevdası.

Burada bir soluklanalım. Burada masala bir “kara” karıştı. Bu sevdaya “kara” karıştırmayalım, koyalım dursun bir yanda!..

Gün geçmez ki yeni bir sokağı doğmasın sevdalı şehrin…

Sokaklar artıp çoğaldıkça, kimi fırını, kimi aktarı ile öğünür, kimi yatırıyla, türbesiyle bilinir olur.

Kimi üç semavi dinden bir mabede giden yoldur, çıkmazdır, meydandır, öyle tanınır, öyle bilinir: Ay Yorgi Sokak, Hisar Camii Meydanı, İmam Sokak, Hacı Mezzo Sokak…

Baştan sona çarşı olur aynı hünerli ellerin buluştuğu sokaklar: Demirciler, Keçeciler, Taşçılar, Bardakçılar, Sandıkçılar, Çiviciler, Kantarcılar…

Dil, damak, göz tatları ve miski aratmaz çeşni kokuları birbirine karışmaz: Kasaplar Sokağı, Şekerciler Çarşısı, Balcılar İçi …

Çarşının gündüzü her dilden çalanların saz heyeti gibidir. Alıp satma işinde her dilden hisse alır dilleri: “Alisverisi” der, “ayran” içer, “basma” der diker giyer, “şık” der yakıştırana ve bu böyle uzar gider ve rivayet odur ki on bine kadar var ortak dilin haznesi…

Çarşının gecesinde, nalbant ustanın kapattığı son tahta kepengin gıcırtılarına zifiri kara semanın yıldızları göz kırpar durur asmalar arasından. Gece vakti yola düşeyim diyenin atını nalsız bırakmak hiçbir kitapta yazmaz.

Üç zamanın ikisinde tersi asla olmayacak bir hâl vardır, o da şudur: Her milletin hanesi kendi mahallesinde olur!

Misal İslâm mahallesi:

Selvileri divit kalemi olup yazmaya, hokka misali göğe banan, yatırlı ve sessiz ve yokuş yukarı yoksullaşan, çıkmazları düzlüğe oturan sokakları vardır İslâm mahallesinin.

Taş mermer sağır duvarlara çıkan çıkmazları her biri bir ayrı ruh, bir ayrı simadır. Cümlesi baştan çıkaran sırlar saklar içinde, takılsan gitsen o sırrın peşinden, sırra bağlanır çıkamazsın içinden.

Her evin bir yüzü körfeze bakar, lâkin avlusu komşu avlusuna, camı komşu camına bakmaz.

Lokmalı şebekelerinden(4) tanır yokuşundan bilemeyen İslâm mahallesini. Türbelerinden, mescitlerinden, Osmanağa suyu akan mahalle çeşmelerinden tanır o zamanlar bilmeyen bile tanır şehrin İslâm alemini .

Bilen bilir, bilmeyene de bildirilir ki, İslâm millet en üst millettir yine o üç zamanın ikisinde. At binen, kılıç kuşanan onlardır. Yükseklere konan onlardır, eğer İslâm değilse bir millet, elbet düzde oturacaktır.

Sırtlardaki İslâm millet Yahudi milleti etekte yamacına alır, hem Ortodoks millet yobazından korur, hem her işinde kullanır.


Yahudi millet ki sırtı çivit maviden renk bilmez, top böceği gibi karanlık inince kapanan çıkmazlarda yaşar, yüksek duvarlı bitişik havralarında haline şükreder…

Ortodoks Hıristiyan millet mekânı düzdedir. Denizin batağında, derenin batağında her çeşit illetin yatağındadır. Kimi yalı giden, kimi suya inen, üç zamanın sonunda aynalı taşlarla döşenen sokaklarının gölgelere saklanmışı vardır, ki yaz günlerinin sevgilisidir, giren çıkmak istemez öyle güzelin koynundan.

Çarşısında, mahallesinde dümdüz giderken dirsek kıran bir sokak, niye isim atar, niye ayrı isim alır ki? Sınıyordur belki de seni beni!

Osmaniye Caddesi Hisar Meydanı’na varamadan, ne zaman Peynirciler İçi olur?

Aynı sokak, iki ayrı dilde ve fakat tepe taklak etsen de aynı anlamda nasıl dillendirilir?

Hisar Camii’nden Punta’ya(5) doğru yüz adım Çiviciler Çarşısı, namı diğer Karfiadika(6) . İkisi de aslına uygun, ikisi de halk dilli. İki ayrı dil, ama iki ayrı anlam değil, tersinden okusan da ayrı düşmez tek anlam: Çiviler, çivi koyar, çivi gibi soğuktur, çivi çiviyi söker, dünyanın çivisi çıkar.

“Tövbe de, Allah esirgesin İzmir’i!”

Esef ederler ki, masalları sürgün şehrin çivisi oynamıştır yerinden. Masallar zengini Eski İzmir’in üstüne masal fukarası zengin Kenuryo İzmir (7) gelmiştir.

İki farklı şehirdir artık İzmir. Eski ile Yeni düz bir hat ile ayrılır, sırat köprüsü misali, Meyhaneler Boğazı’dır şehri bölen ikiye: Kale’den Meyhaneler Boğazı’na Eski İzmir, oradan Kalafat’a (4) Yeni İzmir diye ün salar.

Masal dibi:
1) Kayiki: Yun. Kayık.
2) Pisaras: Yun. Balıkçı.
3) Nif: İzmir’in doğusunda dağ kitlesi.
4) Camilerin çevre duvarlarında, türbelerin pencerelerinde yer alan geçme demir korkuluklar.
5) Bugün Alsancak.
6) Karfiadika: Yun. Çiviciler.
7) Kenuryo İzmir: Yun. Yeni İzmir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s