Evvel zaman içinde şiir masal koynundadır.
Eski Zaman’da şiir usta elindedir.
Hüner hüner akar şiir olur, masal olur görünür.
Evvel zaman içinde peştamal (1) kuşanmadan el usta sayılmaz.
Ustalıkta peştamal ayıp örtüsü değil, usta elin mübarek kiri, usta ruhun alın teri yoldaşıdır.
Yeni Zaman usta elden peştamalın soyunduğu zamandır.
O hasret iledir ki hünerli eller ismi yok ustalığa küser.
Usta ki hünerler dervişidir; taştan, tunçtan, ağaçtan masallı şiirler işler.
Ustalar, ta ki masalın koynuna dönesiye şiirler, masalı körükler.

MEŞRUTİ SOKAK (2)

İslam millet ekâbiri (1) yükselen bacalara uzaktan bakar, “el âlem” (3) bacasına yanaşmaz…

Zaman İzmir’in dünyalı olmaya, dünyadan almaya, dünyaya satmaya koyulduğu zamandır.

İslâm millet ekâbiri (4) İslâm kulun “el âlem” işine ırgat durmasına hoş bakmaz…

Zaman değişir, zaman Yeni Zaman olur, lâkin İslam millet ekâbiri değişmez.

Osmanlı ekâbiri haraç ile, cizye ile, el konulan ekin ile beylik sürer, gider…

Osmanlı, reaya (5) kullarından her sene öyle bir haraç alır ki, cizye (6) dedikleri odur, Allah’ın her senesinde o Müslüman olmayan reaya kul yerde sürünür gelir, canının bedelini ekâbirin dizi dibine kor, gider.

Zaman İzmir’in dünyalı olduğu, dünyadan gördüğünü yaptığı, dünyanın görmediğini yapıp sattığı zamandır.

Rumları, Ermenileri, Yahudileri İslâm milletten çoktur şehrin…

Rumları, Ermenileri, Yahudileri çok yokluk, çok yoksulluk çekmiştir bu şehrin…

Rumlar, Ermeniler, Yahudiler Yeni Zaman’da bütün sanat ve hünerleriyle Yeni Zaman’a sarılır; dünyanın bir ucundan iş tutar, eş tutar, ticarete girişir; görülmedik hünerler ile imalâta girişir.

Osmanlı Yeni Zaman’ı görür, ama sadece seyreder…

Osmanlı ekâbiri niye böyle yapar?

Başkalarına lâf bırakmaz, kendi söyler kusurunu:

Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı.

İslâm ekâbirin gözünde olan, gönlünde olan hüner değildir, sanat değildir, topraktır, sadece toprak.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi…” şendik der şenlenir…
Dili diline benzemez, dini dinine benzemezlerin topraklarına konduğunda, bunlar da Allah’ın kulu demez!.

At, avrat, silah” der, “At binenin, kılıç kuşananın” der, şenlenir, yatar, hem de sırt üstü…

Osmanlı ekâbiri kılıç kuşanır, gürz fırlatır, bozdoğan (7) savurur, bunlarla övünür…

At İslâm olanındır, İslâm millet değil isen at hâşâ yasaktır.
Yasak olan sade at değildir, sade kılıç değildir, oktan yaya silahtır.

Ele yasak olan kılıç, kılıcı tek kuşanan Osmanlı İslâm’ındır!
İslâm millet erkeğine diğer milletlerin kadınları haktır, helâldir; İslâm millet kadını hâşâ başka dinden erkeğe eş olamaz…

Her dilden ve her dinden kadın Osmanlının kuludur, kölesidir, cariyesidir!

Ve…

Eski Zaman’dan Yeni Zaman’a İzmir’de Müslüman olmayanlar hep İslâm milletten daha çoktur.

Eski İzmir az olanın çok olana zulmüdür!

Yeni Zaman kısar gözünü, Eski Zaman ufkuna bakar: Tepede sade bir padişahı görür, altında yekpare kulları…

Oysa, Eski Zaman’da Osmanlı yekpare değil, sınıf sınıftır, katman katmandır, çeşit çeşittir…

En üste, ”Son Hak Din”e iman eden Allah’ın sevgili kulları, İslâm millet kurulur.

Ağız alışır, yanlışa kapı açar, kalan Osmanlı kulları hep bir küfeye atılır. Bilinmelidir ki, onlar da sınıf sınıftır, katman katmandır, çeşit çeşittir…

İslâm milletin hemen altında oturur, onlara Rum milleti denir…
Rum demekle onların Osmanoğulları’ndan evvel İzmir’de varlığı teslim edilir; Rum, yani Romalı, yani Roma İmparatorluğu’ndan beri, yani Bizans’tan beri, hatta daha eski…

Rum milletin altında güneşin doğduğu yerlerden kopup gelen bir başka Rum millet daha oturur, Ermeni millet denir…

Ermeni milletin altında kalan Yahudi millettir… Yahudi milletin, dünyanın dört bir yanını koy bir yana, Sart şehrinden gelip kalanı da vardır, Selanik’ten gelip konanı da…

Rum, Ermeni, Yahudi, onlar da katman katmandır; devlete yanaşmış olanlar, ticarete bulaşmış olanlar, yükünü tutmuş olanlar ve gayrısı…

Osmanlı milletleri sınıf sınıf, kat kat olmakla kalmaz, Osmanlı renk renktir!..

Osmanlı’da her sınıf, her katman ayrı renktir, İzmir’de çarşı pazar rengârenktir…

İslâm ekâbiri dini renk ile bir tutar, din ile kıyafeti bir bilir; “İn midir, cin midir” bir bakışta sezmek ister.

Elbette en âlâ renkler İslâm’dadır, âlânın da âlâsı Osmanlı ekâbirindedir.

Erkek olsun, kadın olsun, Müslümanın sırtındaki kaftanın, üstündeki yeleğin, çiğnindeki (8) şalın, örtündüğü feracenin (9), ayağındaki şalvarın aynı kumaşından, aynı kesiminden, aynı renginden olanını, hâşâ İslâm olmayanın üstünde görmek ne mümkün!..

Bey, paşa ile ötekinin; İslâm bile olsa besleme, halayık, lala, uşak dediklerinin efendi taifesi ile aynı renkte, aynı şeyi giymesi ne mümkün!..

Hâkim sınıf İslâm’dan gayrısı beyaz, sarı, kırmızı mintan (10) giyemez, hele yeşili yağlık(11) bile olsa katlayıp cebine koyamaz, sarık saramaz, samur kürke sarınamaz…

Ortodoks Rum millet renk itibarında İslâm’ın ardından gelir. Çoğu siyaha bürünmekle beraber, menekşe gibi ayrıksı renge hak tanınan bir onlardır.

Karalar içindeki Ortodoks Ermeni millet Rum milletin ardından gelir.

Yahudi millet, kutsal kitabı her kitaptan evvel inmiş olsa da, gök tanrılı milletler arasında sonda gelir ve Yahudi rengi mavidir.

Yahudi, mavinin mora çalmışına, çivit rengine mahkûmdur. Yahudi millete hakaret için söylenen “Çıfıt”, çividin bozulmuş halidir…

Yeni Zaman’da kısıp gözü, Eski Zaman’a şöyle bir bakan bile görür ki, İslâm millet de sınıf sınıftır.

Osmanlı’da İslâm’ın en üstü Sünni mezheptir. Son hak dinin en haklıları onlardır ve onlar kazalarda, sancaklarda oturur, devletin akarı ve toprağın ekini ile beylik ederler.

Yeni Zaman’da gözünü yumanlar bunu zor görür: Sünni İslâm milleti de sınıf sınıf, katman katmandır, girilirse içine bir masaldan bin masal çıkar…

Dışarıdan bakanın İslâm diye gördüğü ne inanç, ne mezhep, ne yol var ise; Alevisi, Tahtacısı, Yörüğü, cümlesi İslâm’da alt sınıftır. Dağdan düze, köyden kasabaya iradesiz inemez.

Güngörmüşler derler ki, dünya kurulalı beri Osmanlı kadar sınıflı, katmanlı bir saltanat görülmüş değildir!..

Hâl böyle olunca, dönünüz başa, Sünni İslâm millet için Müslüman olmayanın kapısına, hatta alt tabaka kapısına kul olmak hoş görülür mü, fabrika bacası yanından geçilir mi?..
Ne el işi, ne elin işi, ne de el âlemin işi milleti hâkime olana yakışmaz. Ağızlarından düşürmedikleri nedir?

At, avrat, silâh…”

Eski Zaman’ın sonundan beri İzmir’de bu sınıf be sınıf, kat be kat milletlerden gayrı, başka şehirlerde olamadığı kadar çok Katolik ve Protestan millet de görülür olur.

Onlar, Levanten (13) diye bilinir, Osmanlı milletinden sayılmazlar, kendi konsoloshaneleri, kendi dilleri ile yaşar, pek çoğu ticaret işiyle uğraşırlar. Zimirneyka içinde onlardan da çok kelime vardır. Onları şimdilik koyun bir yana…

Yeni Zaman gelip dayanınca, “Hürriyet, Adalet, Uhuvvet, Müsavat” (14) avazı hançereyi yırtıp gök kubbeye doldurur, “Bütün Osmanlılar Kardeştir” düsturu dillerden düşmez olur.
İzmir’in ekâbiri; ağası, beyi, paşası, kâtibi hiç memnun değildir olanlardan, lâfta teselli arar:

Zaman sana uymaz ise sen zamana uyacaksın” derler, lâkin ne mümkün!

Osmanlı’dır, Yeni Zaman’a uymaz, lâkin iyi lâf uydurur:

Kabul, zamana uyarız. Kabul kardeşiz. Lâkin ben büyüğünüzüm, ben ağabeyinizim!

Oysa İzmir Osmanlı’nın her yanından evvel meşruti düzeni oturtur. Dünyalı olmak, dünyaya karışmak kapısıdır Meşrutiyet (15).

Her sokaktan evvel Meşrutiyet’in mesken edindiği yerdir Meyhane Boğazı!

Nasıl edinmesin ki?! Her İzmirli, gitmese de, görmese de orayı bilir, sokağı bulur.

Müsavat’ın ilk koşup girdiği yerdir Boğaz.

Eski Zaman’da olmayan, Yeni Zaman’ın ırgat sınıfı Boğaz’da pek görülmez.

Irgat dediğin, uykusu dışında aralıksız çalışandır.

Irgat uykuya vargel tezgâhında talaş kaldıran bıçağın kulaktan gitmeyen gacırtısı ile dalar, kirişte bekleyen kulağa istimli vardiya borusu ile fırlar, uykudan kalkar.

Felekten çalınacak bir gece için, uykusuz ırgatın da durur aklının bir köşesinde o sokağın tarifi.

Siz iyi bilirsiniz o sokağı, hani Kaymak Paşa Caddesi, Rue de Taverna, Meyhane Boğazı dedikleri birçok ismi vardır.

Bu isimlere okumuş tayfasının eklediği bir hoş isim daha vardır: Meşruti Sokak!

Şehirde herkes sever yeni ismi; bu isim yerleşir dillere, gitmez.

Kime olursa olsun, ki geçiniz bir kalem mösyö, kiryos (16), bey, efendi kısmını; cümle çoluk, çocuk, kopil veya kopeli (17) Meşrutiyet nedir bilmese de, Meşruti Sokak’ı sorana tarif etmeyi bilir şehirde.

De ki Saat Kulesi önündesin. Hani bir Ortodoks eklisya(18) var ya! Hani Aya Fotini derler, çan kulesinin altından deve katarı bile geçer ve çan kulesi her bir yandan görünür. İşte o kuleyi kerteriz al, al denizi de soluna, Yaliyadika’dan (19), unutma, resmi ismi Mahmudiye Sokak’tır, Punta istikametine yürü, Büyük Vezir Han var, geç onu, eklisyanın avlu duvarları başlar. Sokak üstünde işte o meşhur çan kulesinin tonozları karşılar seni, altından geçtin mi, orası Frenk Sokak başıdır!.. Çekinme, gir sokağa, bitir tatlı tatlı sağdan giden kilise duvarını, yol sola meyletmeden ver sırtını denize, yirmi adım yürü, deniz kokusu biter ve anasona keser dünya ve buyur eder seni Meşruti Sokak;

Hoş geldiniz…”

İki yanlı meyhaneler sıralanır sokak boyunca; arka tarafları ispirto imbikhanesi, rakı imalathanesi olan dar ve uzun dükkânlar…

En büyüğü, ortalarda bir yerlere düşer; Arghiros ile ortağı Sipsounios’un imbikhanesi ve meyhanesidir burası. Onların rakısı üstüne rakı yoktur.

Eski Zaman’dan yadigâr bir adettir, her meyhane kendi yaptığı, kendi şişelediği rakıyı namus bilir, üstüne mührünü basar; “Arghiros & Sipsounios” gibi…

İmbikten çekenler de, karafaki’den(20) dökenler de, “yasu vre efendi”, “sıhhatinize muhterem” diyenler de Eski Zaman’dan yadigâr hâlâ rakı yapmayı ve içmeyi namus bilir…

İzmir çok dil bilir, konuşur, demiştik ya Zimirneyka (21) ile anlaşır…

Bir de şöyle denilse olur: İzmir dillerin dillere geçtiği yerdir.

Ezanların çanlara karıştığı, duaya, namaza çağrının tek bir dile, tek bir dine dönüştüğü, seslerin seslere sarıldığı yerdir İzmir…

Sınıfların katmanların bozulup karışmaya, yeniden kat kat olup sınıflaşmaya başladığı yerdir.

Aya Fotini’nin, Ay Yorgi’nin, Surp Istepan’ın zamana mührünü vuran çan sesleri, Hisar’ın minaresinden mümine de, münkire de günü, güneşi ihbar eden ezan sesleri, asmaların gölgesine konar da, koyun koyuna huzur içinde uyur bu âlemde.

Ve kilise ile başlayan ve Derviş Han ile yol giden Meyhane Boğazı’nın anason kokusu, gülsuyu kokulu İmam Sokak’a vardı mı biter. Yani papazın evinden çıkan, meyhaneler arasından geçen, varır İmam’ı bulur… İmam’dan çıkıp denize doğru anason kokuları arasından geçen, dikkat etsin, “papazı bulur” (22) bu şehirde!

İzmir dillerin, isimlerin, seslerin, kokuların birbirine sarıldığı şehirdir o zamanlar, ta ki Üçüncü Zaman’a kadar…

Lâf uzamasın, uzayıp da masalperesti (23) yormasın, diyeceğimiz odur ki, İzmir’de ne ararsan bulursun üç zamanın üçüncüsüne varasıya.

Üçüncü Zaman?!.

Her şeyin vakti zamanı vardır. Vakit gelir, kaya kovuklarından çıkar, yine İzmir’de dolaşır olursa masallar, onlar anlatır size Üçüncü Zaman’da olanları!..

Yol yakınken gelin dönelim yine Meşruti Sokak hallerine…
Dindarın koyusu bile, ki tövbe ile alsa da ağza, meyhane soran yol bilmezi boş çevirmez, yol göstermemeyi yakıştırmaz kendine. Hem tarif eder, hem söylenir ardından:

Kula mı kaldı kulun içini bilmek! Gecedir, şeytana uydurur, sabahtır tövbe ettirir!..”

Bekri meşrep (24) olanlar, ki pir ü pak insan bilinir şehirde, müdavimidir elbet Meyhane Boğazı’nın. Bekri meşrep olan ki, her milletten, her meslekten, her cemaatten, her tarikattandır.
Derler ki; gizli değil, besbelli; nam salmış çok ustalar, de ki tamamı, Bekri meşrep olup, bu hayal âleminden ayaklarını kesmezler, bu âlemde ziyade hürmet ve itibar görürler.

Evvel zaman usulüdür der anlatırlar, masalı mahkûm, masalı sürgün şehrin ustalarını karanlıkla bir oldum olası efkâr basar.
E, nasıl def olur gider efkâr?!

Gün inip çıraklar savulduktan sonra, her milletten ustalar, ki dükkânları yan yana, karşı karşıyadır, podyaları(25) sokalar bele, doğru sırası gelen yarene damlarlar. Ayakta yumruk mezesi, sıhhatinize efendim, şifa niyetine! Yassu! (26) Rivayet bu…

Yeni Zaman Eski Zaman usulünü bozmaz, ancak “tebdil-i mekân” eder, akşam okunduktan sonra kalan akşam Meşruti Sokak’ta tamam edilir.

Usta eliyle karafakiden kadehe rakı dökülür, üç parmak kadeh bir dikişte içilir ve ikinciyi dikmeden çoluk, çocuk, aile hal hatır sorulur, adettendir.

İkinci kadehte hünerlerin, ustalığın kaderine dair fikirler alınır, fikirler verilir…

Smyrne marka saatlerin yirmi dört saati katlayan sarı yay çeliğinden kurma zembereğini imal eden Niko ustaya hayranlık dile getirilir…

Türlü ağacı suyuna işleyip değme mobilyalar çıkaran ahşap ustalarına alkış tutulur.

Cam döken, cam üfleyen, vitray süsleyen ustalara övgüler düzülür…

Hafız Mustafa’nın velosipet fabrikası, bisikletlere gidon yapan demirci Pehlivan hatırlanır.

Peştamalı çıkarmış, İssigonis’in döküm fabrikasında mavi tuluma girmiş ustalara hayır dua edilir…

Tuzakoğlu un fabrikası yeni binasının Ermeni taş ustaları övülür…

O ustaları anca bu ustaların masası hatırlar, bu ustalar anar. Anılanlar hünerleri üstüne ismi vurulmayanlardır…

Üçe varınca “ne olacak memleketin hali” denir, Yeni Zaman masaya yatırılır.

Makine işi ürünler bir güzel silkelenir. Ismarlama işlerin güzelliği, fabrika malı hazır işlerde yok diye dertlenilir… Usta yaptığı malı kendi bilir; döküm presayı, manivelayı, bucurgatı, kancayı, lokmalı şebekeyi… Bunlar bitip yerine yerleşti mi usta unutulur…

Al İssigonis’i, misal, on metreden yüksek presa yapar ustalar orada, ama patron kendi adını basar üstüne, o mastor (27) o “presa”yı ben yaptım diyemiyorsa, o pres kimin hüneridir bilinmiyorsa ondan hayır gelir mi?..

Hem bu mastorun üstünde protomastor (28) da ne demek olur ki?!

Yeni İzmir kimi yanıyla takdir edilir, lâkin ırgat milletin perişan haline esef edilir. Kalfalı, çıraklı günlerin ahengi hasretle anılır.

Ortodoks milletin Aya Fotini, Ay Yorgi eklisyaları, Ermeni milletinin Surp Istepan eklisyası alaturka üçü(29) vurdu muydu, dördüncü tokuşturma duyulur, ki bu yolluktur:

Haydi şerefinize, hayde yasas! Başparmak bıyıklara uzanır, bir sağ sıvazlanır, bir sol sıvazlanır, ayin başlar.

Dört farklı davudi sesten o bir tek Hüseyni şarkı ahenkle söylenecektir.

Meyhane milletinin beklediği andır bu, ses keser:

Farig olma meşrebi rindaneden
Yüz çevirme nafile peymaneden
Bezmedikçe haleti mestaneden
Çıkmam Allah etmesin meyhaneden
. (30)

Ne uzundur, ne de kısa, üç kadehin ardından tam karardır, bir de yolluk, eder dört.

Gönül gözüne aydınlık, ruha huzur olur bekri insanda münasip miktar. Gönül ehlinin aradığı aşktır, sevgidir; ispirto değil.

Hayde vre kalinihtasas! (31) Haydi Allah rahatlık versin!..”

Çıkmam Allah etmesin meyhaneden, derler ama çıkılır meyhaneden ve hanelerin yolu tutulur, kimi düz ayak yakına, kimi ha gayret yokuş yukarı…

Yeni İzmir’in mösyöleri, madamaları, beyleri, paşaları gün doğasıya ya Paralel Sokak (32), ya Birinci Kordon’un kulüp denilen mekânlarında karışır, görüşür, hemhâl olurlar.
Onların da ateşli tartışmaları yeni örgüler üstünedir, Yeni Zaman ve Yeni İzmir üstüne.

Burası Evropai İzmir’dir, bir başka dünyadır bu taraf. Meyhaneler Boğazı ayırır o yeni dünyayı bu Meşruti dünyadan.

Yeni İzmir havagazlı fenerleriyle ışıl ışıldır, hiç sönmeyecekmiş gibidir…

foto-1: Halkapınar’da Tuzakoğlu Fabrikası. Eski “Devlet Güvenlik Mahkemesi.” Bugün “Belediye Meslek Fabrikası.”
foto-2: Hafız Mustafa Bisiklet Fabrikası posta kartı.

Masal dibi:
(1) Peştamal: Farsça “Püştmal.” Hamamda örtünmek için kullanılan dokuma veya iş yaparken bele bağlanan uzun, geniş önlük. Eski Zaman’da usta tezgâhında çıraklıktan geçip kalfalığa varan, nihayet ustalık hünerine erdiğinde peştamal kuşandırılır ve kendi işini kurma hakkı kazanırdı.
(2) Meşruti: Meclisli, anayasalı düzen.
(3) El âlem: Yabancılar, herkes, her önüne gelen.
(4) Ekâbir: Büyükler, devletliler, zenginler.
(5) Reaya: Müslüman olmayan tebaa.
(6) Cizye: Müslümanların fethettikleri yerlerde, her sene Müslüman olmayanlardan aldığı ve “canının bağışlanması” karşılığı olan vergi, haraç.
(7) Gürz veya bozdoğan: Başı demir veya bakır, sapı ağaç veya demirden olan bir nevi topuz.
(8) Çiğin: Omuz.
(9) Ferace: Kadınların sokakta giydikleri, yakasız, eteklere kadar uzayan üst giysisi.
(10) Mintan: Yakasız, uzun kollu erkek gömleği:
(11) Yağlık: Mendil.
(12) İlanihaye: Böylece devam eder gider.
(13) Levanten: Fr. Doğulu. Avrupalıların, Doğuda yaşayan bu Avrupa kökenli insanları küçümsemek için türettiği bir sıfattır.
(14) “Hürriyet, Adalet, Uhuvvet, Müsavat”: “Hürriyet, Adalet, Dayanışma, Eşitlik.”
(15) Meşrutiyet: 1876’da ilân edilip, 1877’de askıya alınan, 1908’de yeniden ilân edilip Osmanlı’nın bütününde uygulanamamış meclisli- anayasalı padişahlık düzeni.
(16) Yun. Bay
(17) Yun. Kopil; genç kız, kopeli; delikanlı.
(18) Eklisya: Yun. Kilise.
(19) Frenk Sokak başlangıcı, şimdiki Halit Ziya Bulvarı istikameti.
(20) Karafaki: Küçük rakı sürahisi.
(21) bkz. “A Lexion of Smyrneika/ İzmir Rumcası Sözlüğü”. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
(22) Papazı bulmak: Beklemediği kötü bir sonuçla karşılaşmak.
(23) Masalseven.
(24) İçmeyi seven.
(25) Podya: Yun. Önlük, peştamal.
(26) Yassu: Yun. Sağlığınıza.
(27) Mastor. Yun. Usta.
(28) Protomastor: Yun. Ustabaşı.
(29) Şimdiki saatle bahar aylarında 21.30-22.00 arası.
(30) Hüseyni şarkı: Rindane yaratılışlıdan vazgeçme(dikçe) / Kadehe yüz çevirme(dikçe)/Sarhoşluktan bezmedikçe / Çıkmam Allah etmesin meyhaneden
(31) Yun. Haydi size iyi geceler.
(32) İkinci Kordon. Resmi adı “Cumhuriyet Bulvarı.” Kordon’un resmi adı ise “Atatürk Caddesi”dir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s