BALTALARI Gömdük, LASER IŞINI Elimizde
Alet; özellikle nesne üzerinde maddi değişiklik yaratmak, maddeye biçim vermek amacıyla kullanılan araçtır. Sosyal antropolojide insan “alet yapan hayvan” olarak diğer hayvanlardan ayrılır. Her canlı gibi doğayı tüketerek kendini yeniden üreten, doğayı dönüştüren insanı alet yapmaya yönelten temel itki doğayla daha yetkin baş edebilme zorunluluğu olmuştur.
Aletli insan doğayı ve yapay fiziksel çevresini denetler ve değiştirir. Homo Sapiens’in ömrü, karşılıklı etkileşim içinde alet ve aklın sürekli gelişiminin öyküsüdür.
İnsanoğlu ilk madenden aleti bundan yaklaşık beş bin yıl öncesinde yaptı. Bunun da öncesinde taş, kemik ya da boynuz gibi maddelerden alet yapıyordu. Taş Devri, Demir Devri, Tunç Devri diye belleklerimizde yer eden bu dönemlerde kas kuvvetiyle kullanılan aletler (el aletleri) çok uzun süreler eskisinin bir benzeri olarak devam etti.
Birinci Sanayi Devrimi’yle birlikte mekanik kuvvetle çalışan aletler ortaya çıktı. Günümüzde elektronik aletler egemen. Geleneksel “balta”nın, “testere”nin, “makas”ın işini laser ışını ile yapabiliyoruz.
Makasla laser arasındaki uçurum insanın doğayı değiştirebilme gücünün eriştiği noktayı da gösteriyor. Bugün insanın doğayı değiştirebilme gücü jeolojik etmenlerle, örneğin depremle kıyaslanabilir düzeydedir. Bu güç sonsuz karmaşıklık ve dengeler içindeki biyosferin evrim kanalını zorluyor.
Bilim; nesnel dünyaya ve bu dünyada yer alan olgulara ilişkin tarafsız gözlem ve sistematik deneye dayalı zihinsel etkinliklerdir.
Teknik; bilimlerden elde edilen verileri iş ve yapım alanına uygulamaktır.
Teknoloji; yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgi olarak tanımlanıyor.
Sosyal antropolojik bilgilerimizin yanı sıra, bu üç kavramın tanımı da gösteriyor ki, bilimin de, tekniğin de, teknolojinin de orijini alettir. Aleti yapan ise insan.
İnsan mekanik aletlere geçtikten sonra hızla artan ölçüde “enerji” gereksinimiyle yüz yüze geldi. Elektronik aletler bu gereksinimi kat kat arttırdı.
Geleneksel enerji hammaddeleri tükenebilir doğa kaynaklarından sağlanıyor. Kaynakların tükenmesi ya da tektonik tehlikeler değil temel sorun. Temel sorun, milyonlarca yıl boyunca doğada birikmiş potansiyel enerjinin birdenbire boşaltılmasından doğan ve hızla artan “artı-enerji”dir. Ekoloji bilimi artı-enerjinin, eğer bugünden önlem alınmazsa, yerküre üzerinde canlı yaşamın sonunu hazırladığını gösteriyor.
Yeryüzü’nün, canlı maddenin fizik süreçleri ve hatta insanın ruhsal süreçleri bugüne dek ağırlıklı olarak güneş enerjisine göre oluştu. 1970’li yıllarda tüm dünyada güneşten gelen enerjinin binde ikisi kadar bir enerji üretiliyordu. Bugün tüm dünyalılar ortalama bir Amerikalının tükettiği kadar enerji tüketecek düzeye yükselse, güneşten gelen enerjinin yüzde ikisi kadar “artı-enerji” üretmek gerekecek. Bu miktarda bir artı-enerji dünyanın evrim süreci boyunca oluşmuş doğal dengesini altüst etmeye yetiyor.
Nüfus artışı insan-doğa çelişkisini şiddetlendirici bir etmen durumunda. Doğada sonsuz artış hakkı olan bir canlı türü yok. Dengesi bozulan doğa mutlaka bu dengesizliği çözümlüyor. Aşırı çoğalan tür ya ortadan kalkıyor ya da yeniden bir denge hareketine göre biçimleniyor. Doğaya müdahale olanakları yüksek insanın artışı, doğaya pozitif bir müdahale olanağı kabul etmez bir şiddetle yükleniyor.
Özetle: Günümüzde toplumsal varoluşun öğelerinden (doğa, insan ve üretim) doğa ile insan (alet kullanan insan) arasında gittikçe derinleşen ve keskinleşen bir çelişki vardır. Birinin diğerini ya da bir bütün olarak gezegenimizi yok oluşa götürmemesi ancak akıl yoluyla ve sorumluluk bilinciyle mümkün.
Not: EKOLOJİ TEZLERİ (10 Şubat 1991 tarihinde ADIMLAR dergisinde yayınlanmıştır.)
Devamı var…