Bir “tantan” sözü var ara yerde geçen. Bilenler bilmeyenlere anlatsın deyip geçmek de var, ama olmaz. Bana sorarsanız, şimdi “Tantan”lara girmenin sırasıdır.
Bir soru ile açılsın “tantanlar”: “
Basmane’den Çiğli’ye kaç istasyon var ve Alaybeyi kaçıncısı?”
Gelsin cevaplar: “Dokuz istasyon!” “On iki istasyon var!” “On bir galiba!..” Cevaplama süresi doldu: “On iki istasyon diyen kazandı. Sayın bakalım istasyon adlarını! Ama eski, yeni, resmi, halk ağzı bütün adlarıyla sayın!”
Çiğli, Şemikler, 1950’lilerin ortalarında yapılan Nergis, eski adıyla Kara Bostanlısı istasyonlarını atlayın, Dokuzuncu’dan, Karşıyaka’dan başlayın;çünkü Karşıyaka ve Alaybeyi’nden binenler çoğunlukla Basmane yönüne gider.
Karşıyaka istasyonunun ilk adı malûm Kordelyo! Çok dilli, çok dinli İzmir’de her şeyin çok adı var, burada Karşıyaka ve Kordelyo’da olduğu gibi. Hangi adıyla çağırırsanız çağırın bilinir. Ama bugün Kordelyo’nun, geçiniz anlamını bileni, adını duyanı bulmak bile zor.
Nedir o Kordelyo dediğin? Siz bakmayın Kordelyo adı “2.Haçlı seferine katılıp burada yerleşen Richard Coeur de Lion (aslan yürekli Rişard)’dan gelir” diyenlere. Onlar pireden deve imal etme peşindedir. Yunanca’da “kordela”, İtalyanca’da “cordella” denilen şey, Alaybeyi insanının “kordele” dediği şeydir o. Aslı boyuna astığımız takıdır, “gerdanlık”tır Karşıyaka’nın eski adının anlamı. Neden gerdanlık?
Bunu anlamak için tabana kuvvet Tersane’den başlayın yürümeye, geçin Alaybeyi’ni, dönün on yılda bir boyu uzayan “kadın” anıtının olduğu köşeyi, iskeleyi karşınızda bulmaz mısınız? Durmayın, ilerleyin ve Çamlık girişinden dönün yine köşeyi, yürüyün, geçin Reşadiye Caddesi’ni yürüyün, yürüyün, dönün yine, Papaz’ ı bulursunuz, yani boyna dolanan gerdanlık gibi yol alır gidersiniz kıyı kıyı Karşıyaka yalısında.
İskeleden kuzeye düz gidip tatlı bir eğimle yükselen Çarşı caddesi istasyonda, “tantanlar”da biter, sonrası Soğukkuyu’ya varan kıvrımlı dar bir yoldur.
Karşıyaka İstasyonu triyaj hatları, yükleme-boşaltma peronları, ambarları olan bir büyük istasyon. İstasyon binası iki katlı. Ambar binası da var. Deniz tarafındaki ana peronun karşı tarafında yükleme-boşaltma peronu var üstü sundurmalı…
İstasyonları sırasıyla sayıyorduk: Sekizinci Alaybeyi, yedinci Petrota, altıncı Aya Triada, beşinci Hacı Muço. Bunlar dört kardeşler, dördü de birbirinin aynı: Tek hatlı, tek katlı ve tek tantanlı. Sadece bir kardeşin adı ilk verilen ad olarak, Alaybeyi olarak kalmıştır. Petrota olmuş Naldöken, Aya Triada olmuş Turan, Hacı Muço ise olmuş Bayraklı. Çok dilli, çok dinli İzmir’den geriye pek isim kalmamış gibidir Alaybeyi’nden başka!
Ama bir dakika: Basmane’den Bornova’ya tren var mı, var, Bornova Türkçe mi? Değil. Alsancak’tan Buca’ya tren var mı, var, Buca Türkçe mi? Değil. Bu yer adlarını da Türkçeleştirelim mi? Buca’yı Boca etsek, Bornova’yı Burunova yapsak!
Her ad, geçmişe bir bağdır, o ad ortadan kalkınca bu yerlerin geçmişleri de gölgelenir, hafızadan silinir.
“Peki, Basmane’den Çiğli’ye kaç tantan var, onu bilebilir misiniz?” Kimse bilemez, o kadar uzun boylu değil!
Tantan, demiryolunun karayoluyla kesiştiği noktalarda indirilip kaldırılan mania, engel, bariyer. Tren yaklaşırken indirilen, son vagon geçince kaldırılan, araç ve insan geçişini engellemeye yarayan, kol kuvvetiyle indirilip kaldırılan bir mekanik düzenek. İnip kalkarken “tan, tan, tan” diye ardışık ve kuvvetli çan sesi çıkarıp gelen geçeni uyarır. Onunla da kalmaz, geniş bir alana yayılan sesi başka dünyalara dalıp gidenleri yeniden zamana döndürür?
“Kaç treni bu gelen? Bak tantanlar iniyor, vakit de amma geçmiş, hiç farkında değilim!”
Yani tantan yalnız gelen geçeni uyarmaz, oturup kalanı, lâfa dalanı da uyarır. Ağır yürüyüşle yüksek siyaset yapan beyefendiler, kapı önünde komşuyla komşuyu çekiştirmeye dalanlar, okula geç kalanlar ilk tantan vuruşuyla atağa geçer:
“Aman, pergelleri açayım, ilk dersi kaçırmayayım!..”
Tantan çift dişli bir mekanik düzenek sayesinde inip kalkar. Tantan görevlisi, üstüne takılmış kolu kullanarak bir döküm tekerleği çevirmeye başlar ve her tam dönüşte metal tokmak kampanaya sertçe vurur ve o güzelim;
“Tan, tan, tan…” sesi yayılır semaya.
Tantanı idare eden görevlinin adı yoktur, o “tantancı”dır. Tantancı gün boyu tantanın yanındaki küçük kulübesinde oturur, kulağı kirişte, gözü “Şömendifer” marka köstekli saatindedir. Ayrıca on adım ötede bir de “tantancı evi” vardır, ailesiyle orada yaşar. İki tren arasında gidip evine yatsa ya! Olmaz, tarife dışı geliş gidişler olabilir; en başta Ankara, Bandırma trenleri gibi uzaktan gelenlerin gecikmeleri sık olur. Ayrıca, bakarsın bir yalnız lokomotif bağıra çağıra, lokomotifi bozulan trenin kaldığı yere telaşla koşmaktadır.
“Uyan tantancı, fırla, koş, indir tantanı!”
Gece gelen trenler var, “rötar” yapan, ne zaman geleceği belli olmayanlar var. Meselâ çok vagonlu, uzun yük trenleri, marşandizler çok gecikir. Tantancı onları beklemeli. Beklemeli de, ne zaman, nasıl uyur bu tantancı? Yirmi dört saat diken üstünde oturan, tavşan uykusuyla yetinen, üç vardiyalı ağır işin işçisidir o.
İnsan merak eder her yanı ahşap “tantancı evi”nin içini, görenler anlatır, görmeyenler ağzı açık dinler: Daracık giriş holünün karşısı gazocağı, tencere ve tabakların açıkta durduğu, yalağının musluğu devamlı damlayan bir bakla sofa aynı zamanda mutfaktır. Helâ mı? Yok! Hani istasyon helâsı var ya, işte orası tantancı evinin de helâsı! Sağda bir oda, solda bir oda, bunlar da nohut odalar. Sen nasıl bilirsin evin içini be adem? Kızmayınız, oğlu Memet sınıf arkadaşım, birlikte der de mi çalışmayalım!
Tantancının tren beklemekten başka bir işi daha vardır. Akşam karanlık inerken tantanlara fener takmak. Şöyle yapılır bu iş: Önce tantanlar indirilir.
“Tan, tan, tan!”
Bilmeyen tren geliyor sanır, oysa gün inmektedir,tantanlara fener asma vaktidir gelen. Tantancı iki elinde birer fener, her tantanın ortasına denk gelen askılı camekânlı o fenerleri asar ve döner tantanları kaldırır:
“Tan, tan, tan!”
Tantanlara “gecelik”leri giydirilmiştir artık. Tantan kalkarken sallanıp titreyen, yukarıda sessiz sakin bekleyen fener, tantan indiğinde sanki herkese seslenir:
“Durun, geçmeyin Allah aşkına, tehlikelidir!”
Tantan inmişken aradan, yandan sıyrılıp geçenler olmaz mı, olur. Ölen de olur, sakat kalan da olur ama, ne şehit sayılır, ne de gazi sayılır tantan kazası kurbanları!..
Alaybeyi’nde çok çocuk hiç dile getirmez, içine atar, ama tantancı olmak ister büyüyünce! İki nedenle tantancı olmak ister: Biri bu “fener alayı” yani fener asma işidir, o işi yaparken bütün gözler tantancının üstündedir, ki pek yararlı, pek onurlandırıcı bir iştir. İkincisi ise düdük! Tren gelirken tantanı kapatan tantancı geçmeye kalkışan olursa düdüğüne öylesine asılır ki… Hangi çocuk o göz kırpan fenerleri ve o dalgınları daldığı yerden çıkaran, ödünü koparan düdüğe imrenmez ki?!..
Şimdiki Alaybeyi’nin trenleri korkak, köstebek gibi yeraltında yaşıyorlar ve “tantan” nedir bilmiyorlar…