Günün beş vakti ezan sesinin çan sesleriyle selamlaştığı şehir, fısıltıyla semaya sızan garip sıfata kulak verir…
Sabahın sessizliğinde geçtim fısıltıyı, insan sessizlikten bile ürker, irkilir…
Müezzin irkilir, zangoç irkilir, lâkin o mahcup sese kulak asmaz, döner cemaati ibadete çağırır.
Ustalar irkilir, lâkin tezgâhta bekleyen iş vardır, döner demiri döver.
Şehrin ekseriyeti irkilmez, şehir şehirliyi iyi tanır, kimi sorsan kendi gibi bilir, anlatır:
Rum milleti Taş Tanrılar zamanından beri İyonya insanıdır, Yunan’dır, İzmirli Rum’dur, Osmanlıdır, başka sıfat aramaz…
Ermeni milleti ezelden beri Ermeni’dir; Eski Zaman’ın kervancı vaktinden beri İzmirli Ermeni’dir, Osmanlıdır, başka sıfat tanımaz, aramaz…
Yahudi milleti ezelden beri Yahudi’dir; Sardes (1) asıllıdır, Seferad (2) asıllıdır, Aşkenaz’dır (3), her nereli ise, aslen İzmirli Yahudi’dir, Osmanlıdır,
Levanten dedikleri türlü millettendir; Beyrut’un da, İskenderiye’nin de levanteni vardır ama “levanten” (4) dedin mi akla gelen İzmir olur.
İzmirli levanten; toprağından kopup gelen, İzmir’e bağlanıp kalandır. Şehir Olandiyalı (5) da der, Felemenk de; Frenk de der, Galyalı (6) da, İngiliz de der, Angiliyalı da(7)…
İzmir’in levanteni Osmanlı paşalarının, beylerinin muteberidir. Osmanlı sair kullarına bahşetmediği hakları onun kopup geldiği memleketine ve dahi ona bahşeder.
Alan memnundur, satan memnundur, “alisveris”te (8) aldanan olmasa aldatan olmaz der şehirli…
Osmanlı İslâm milletlerinden de itibar etmeyen çoktur yeni sıfatlara; Arnavut Arnavut’tur, Çerkes Çerkes’tir, Kürt vaz geçmez Kürtlüğünden… Üç milleti de ziyadesiyle inatçı tanır şehir.
İzmir milletlerine yeni sıfatlar yakıştırmak isteyen o sesler nerelerden gelir de kulaklara girer?
Biraz “el”den gelir… Biraz “din”den gelir… Biraz “dil”den gelir der eskiler…
Ve, uzatmayalım, “El”den gelenden girip gidelim:
Frenk(9) diyarında -sene Rumi 1205, Miladi 1789 olmalı-, rivayet bu, karısı “Ekmek bulamayan pasta yesin” dedi diye Frenk milleti sarayı ve saraydan beslenen asilzadeleri devirir, alaşağı eder ve bir “Kanun-u Esasi”(10) tanzim eder, bir “millet iradesi ve idaresi” tesis eder.
Malûm İzmir dişidir, “i zmirni”dir, erkek kardeşi Massalia’dan(11) alır gemi güvertelerinde taşınıp gelen her haberi, Frenk diyarında olan bitenleri…
İzmir’in Massalia’dan eksiği yoktur, fazlası vardır, yetmiş iki millet yaşar şehirde, imalât vardır, ticaret vardır, her din var…
“El”den gelen budur ve “Fransız İhtilali” derler buna.
İzmir Yeni Zaman gemi kervanlarından alır haberi, Frengistan’da olan biteni takip eder, bilir:
“Frengistan’da olan, köylü kulların ve dahi taze işçi milletin, burjuva nam tüccar ve sair şehirli millet peşinden gidip, aristokrat nam bey ve paşaları “istemezük” nidalarıyla alaşağı etmeleridir.”
İzmir “Meşrutiyet’e arzulu bir şehir”dir ve meşrutiyeti “Teşkilatı Esasiye”ye kavuşsun ister.
İzmir beklemez İstanbul, Selanik “inkılâb”(12) yapsın diye, Frenk diyarda olan inkılâbı da beklemez, adım adım dört koldan şehrin inkılâbına girişir, elbette İslâm beyleri hariç…
Ticarette, sanayide olanları geçiniz bir kalem; kiliselerin, havraların tahakkümünden kurtulan mektepleriyle, türlü dünya kitaplarını çevirip basan matbaalarıyla, gazeteleri ve türlü türlü sanatlarıyla inkılâb yolunda ilerler şehir.
Bu yolda, inkılâb yolunda, gayet tabiidir ki, sade İslâm millet büyükleri yoktur; padişah istemez, paşalar istemez; Namazgâh kıraathaneleri ister, türlü dergâhlar ister…
İslâm milletten meşrutiyet isteyene zindan yolu açılır, inkılâb yolu değil.
Her milletten “İnkılapçı İzmirli”, İslâm beylerini Frenk kopyası aristokratlara benzetir, sonları da onlara benzer bu gidişle der, aldırmaz.
Onları benzetir de orada durur mu? Rum, Ermeni, Yahudi ve levanten İzmirli tüccarlar ve imalâthane sahipleri de kendilerini Frenk kopyası “burjuva”lara benzetir lâf aramızda.
* * *
“İl”den gelen, eski “il”den gelir, Mora Eyaleti’nden, yani yeni adıyla Vasilion’dan, yani Yunanistan Krallığı’ndan gelir. Bu gelen, Galya’da olan bitenlerin üstüne tuz biberdir…
Malûm, Mora ahalisi Osmanlı sultanına “ihanet” etmiş, Osmanlı “mülkü” Mora eyaletini geri almış, oralara “Hellas” ismini koymuş, gitmiş Alman bir sultan getirmiş, ona “kral” demiş, devletine Vasilion yani, kendine de “Ellen”(13) millet demiştir.
Bu yapılır mı Osmanlı’ya? “Emir ül-Müminîn”e, “Şahlar şahına”, “Kayser”e bu yapılır mı?
Yapılır, olur biter ve Vasilion’daki din kardeşlerini takdir ve takdis eden İzmirli Ortodoks, yemez, içmez, kalkar Mora’da olanlara içten içe sevinir!.. Affedilir mi bu?
Bu sevinç hak mıdır, değil midir din kardeşliğinde, dönüp kendiniza bakın, siz takdir edin.
Kimine de din kardeşliği yetmez, “Ellen millet” sevdasına düşer; din üstüne din getirmek ister; Eski Zaman sıfatları üstüne Yeni Zaman sıfatı kondurmak ister; İzmir’in Yunan, Rum sıfatının, havalinin İyon sıfatının yerine “Ellen” sıfatı ister… İşte “dinden gelen” dedikleri budur.
* * *
Olan biten şudur ki, Eski Zaman derininden gelen dinlerin üstüne Yeni Zaman sıfatları gelir, kendine yer arar… İzmir bu seslere itibar etmez.
“Sıfat aslını anlatmalıdır. Frenk İnkılabı’na, Yunanistan Krallığı’na bakıp bakıp da “tek sıfat, tek dil, tek din” demek, hele bunu daha iyi kabul etmek, ancak İzmir’i bilmemekle veya bile bile çok renkli İzmir’in canına kastetmekle mümkündür… Bunlar belâ açar durduk yerde başımıza!” diye uyarır tezgâhtan başını kaldırıp ustalar, aksakallar.
Onların sesine tüccarın, imalatçının, kumpanyacıların ve “ırgat” milletinin sesi katılır:
“Tam da işler iyi giderken, tam da dünyadan alıp dünyaya satarken, tam da dünya şehri olurken, tam da “Gavur-Müslüman” fark etmez demeye başlamışken, tam da askıda bile olsa “anayasa” lafları edilip dururken nereden çıktı bu “Elen” sıfat, kim uydurdu bu “Türk” sıfatını?” diye endişe ile karşılar aykırı sesleri.
Şehrin işittiği cevaplar tüccar, imalâtçı, kumpanyacı ve “ırgat” milletinin, amelenin sesidir.
“İzmir Massaliya değildir, çok dinli, çok dillidir. İzmir Mora değildir, Mora sade Ortodoks millettir… İzmir’i benzeteceksen Amerika’ya benzet Dünya’nın gidişi beynelmileledir(14)!”
Şehir sade yeni sıfat ile kalmaz, şehrin dilini de beğenmez yeni sıfat rüzgârı…
Şehir, “Smyrneika”ya, “İzmirce” dediğimize, “İzmir Rumcası” dediğimiz dile burun kıvırmaya başlayan, sade “Yunanca konuş”, sade “Türkçe konuş” demeye başlayan sesler duyar olur.
Yeni Zaman’ın bu vaktinde, yetmiş iki dilden dil karmış İzmir bu dil fukarası seslere itibar etmez.
”İzmir’e dilde zenginlik yakışır” der aksakallar, güngörmüşler, eskiler; onlar anadan, atadan böyle görmüşlerdir…
” Dile zenginlik yakışır” der tüccarlar, kumpanyacılar; “Dili zengin şehir, işleri bereketli şehirdir” der. Zengin dil çok milletle “alis-veris”tir, zenginlik kapısıdır onlara göre.
” Dile zenginlik yakışır” der ırgat milleti; “Dili zengin şehir, ekmek kapısı bol şehirdir” der…
“Zengin dil barıştır, huzurdur, anlamak ve anlaşmaktır” der aksakallar, güngörmüşler.
Derler, derler de, lâkin kurt düşmüştür, içler rahat değildir.
İzmir’in meşrutiyeti bir kaide, bir nizam, bir fayda yeşertir, ama…
Ama İzmir “el”e benzemez ki!
Çünkü Frenk diyarda, Massalia’da din tektir ve dil birdir, ötekilerin hiç hükmü yoktur.
İzmir çok dilli ve çok dinlidir, her dinin mahallesi, meclisi, aksakalı, güngörmüşü vardır.
Öyle yerde “ele güne karşı ayıp olur” der her milletten insan, kendine çekidüzen verir.
Hakikati sezmek istersen, Meşruti İzmir’i hayal et; hayalinin kristal küresinde her bir ışığı çok mânâlı oku…
Ne gördünüz muhterem? Çok dilli İzmir’in bir de ortak dili olduğunu gördünüz mü?
Milletlerin dinini, yeni icat milliyetlerin alıp götürmekte olduğunu gördünüz mü?
Terakki’den (15) murat “tek din, tek millet” mi, “Hürriyet, Adalet, Müsavat, Uhuvvet”(16) mi, hangisini gördünüz?
İzmir’in hepsinden ziyade “müsavaat ve uhuvvet” istediğini, ardı gelir dediğini duydunuz mu?
Gördüyseniz, duyduysanız, itiraz ettiniz mi ki:
“Şehir boyacı küpü müdür, “Çok dilli, çok dinli İzmir”, ne yapacaksınız da “Tek din, tek dilli şehir” olacak?” diye.
“Elen”e itiraz ses verir, ses seslere çarpar, başka ses olur şehre döner gelir.
“İslâm! Türk! İslâm! Türk! İslâm!..”
İslâm sıfatının ara yerine bu ürkek, mahcup sıfat düşmeye başlar kimi kulaklara…
“Etrak-ı bi idrak… Yani anlayışı kıt Türkler, yani akılsız…
İslâm millettin ekseriyeti yakıştıramaz kendine bu latifedeki sıfatı, lâkin duydukça irkilir.
Müezzin irkilir, zangoç irkilir, ustalar irkilir…
Lâkin o mahcup fısıltıya itibar etmez.
İzmir’in işi başından aşkındır, günden güne zenginleşmektedir; “el”den, “il”den, “dil”den gelen seslere pek aldırmaz…
“İzmir Massalia değildir, İzmir Masal Şehri’dir.”
Masal dibi:
1- Sardes: (Sart) Bugün Manisa’nın Salihli içe sınırlarında bir belde ve antik kent. Antik Sardes şehri (MÖ.1300- MS.1200), önemli bir Yahudi cemaatini barındırmıştır.
2- Seferad: İbranice’de İspanyol anlamındadır. 1492’de İspanya’dan sürülen Yahudi milleti.
3- Aşkenaz: (Askhenazi, Eskenazi) Almanya, Orta Avrupa’dan göçen Yahudiler.
4- Levant: fr. Doğan, yükselen, doğu; Levanten (Levantin): İzmir, Beyrut, İskenderiye gibi büyük liman kenti sakini Avrupalılar.
5- Ollandiya: yun. Hollanda.
6- Galya: yun. Fransa.
7- Angiliya: yun. İngiltere.
8- Alisveris: Smyrneika (İzmirce) Alışveriş.
9- Frenk: Fransa.
10- Kanun-u Esasi: Anayasa, esas kanun.
11- Massalia: yun. Marsilya.
12- İnkılâb: Köklü değişim, devrim.
13- Ellen: Helen, Yunanlı.
14- Beynelmilel: (Beyn-el milel)Milletlerarası. Çok milletli anlamına…
15- Terakki: İlerleme, yükselme.
16- Hürriyet, Adalet, Eşitlik, Kardeşlik.