Refii Cevad,5 Ocak 1920, Alemdar, başyazı.
Dünkü felaket haberi hepimizde top gibi patladı! Bu, adeta aile babasını evladının kara haberine alıştırmak için yavaş yavaş hastalık haberini vermeye benzer.
Alışalım! Bağrımıza kara taşlar basarak bu ağır ve büyük mateme hazırlanalım. Mütarekeden beri bir şey yapamamaklığımızın acı cezasıdır. Hedefini aylardan beri tayin edemeyen bir milletin başına işte böyle acı felaketler gelir. Bin nasihatten bir felaket yeğdir.
Başımızda belalar patladıkça kızacağımıza günden güne şımardık. Yapılacak şeyleri tamamen ihmal ederek yapılmayacak şeylerle meşgul olduk. Hâlâ kendimizi İttihat ve Terakki’nin şımarık devrinde zannediyorduk. Her gün her makalemizde tekrar eylediğimiz üzere cezalandırılacak olanları cezalandırmak ve memleketi bu suretle yaşamaya layık bir mevkide bulundurmak lazım gelirken yalnız tam İttihatçı devrine yakışacak cakalarla başımıza yeniden dertler çıkardık. Mütarekeden beri hakkımızda bin türlü haksızca kararlar verildi.
Ne yaptık? Ne yapabildik? Elimizden ne geldi?
Ne zaman bir itiraz sesi yükseltecek olsak hemen resmi ağızlardan şu yolda bir azarlanma karşısında kalıyoruz:
- Evet, hakkınızda ağır hükümler veriliyor. Ne kadar itiraz, ne kadar feryat etseniz hakkınız var. Yalnız şimdiye kadar milletinizi lekeyen canilerden hangisi hakkında ne yaptınız? (Türkiye’de “demokrasi” ve “hak” savaşı M.Kemal-Talat ile Karabekir-Enver sevenler arasına sıkıştırılmıştır.) Memleketinizi bu hale getirenlere ne dediniz? Bu kadar cinayetler yaptılar, bu yakın geçmişe ait olan kötülükleri görmeyip, yenilerini yaptınız. Memleketinizi zorla bir fesat ocağı şekline soktunuz. Hâlâ toptan tüfekten vaz geçmediniz…
Buna cevap vermedik ve vermiyoruz.
İzmir’i Yunanisan’a işgal ettirdikleri zaman birden bire millette haklı bir galeyana geldi. Anadolu yönetim tacının en kıymetli pırlantalarından birini teşkil eden güzel vilayetimize uzatılan tecavüz elinin karşısında bağırdık, çağırdık, mitingler yaptık.
Birinci miting kararlı, haşmetli oldu. Osmanlılığın al bayrağı siyah bir renge bürünerek matemlerden ayrı, halkın önünde ateşli ve salınarak yürüdü. Seyredenlerde bir matem şamatası uyandırdı. Herkes ağlamaktan kırıldı.
Türklüğün anası Halide hanım saçını başını yoldu. O vaziyette fotoğrafları alındı. Türklüğün babası Mehmet Emin Bey şiirler okudu. Türklüğün büyük ağabeyi Yusuf Akçura Bey ile Türklüğün yardımcı kardeşi Ferit Bey’in söylemedikleri, yazmadıkları kalmadı.
İkinci miting daha az kalabalık oldu. Üçüncü mitingde azlık pek belli oluyordu. Hele dördüncüsünde kimseler yoktu.
O kürsülere çıkıp da “Ah İzmir!” diye feryat ettikten sonra “Ah memleketimizi bu hale getiren İttihatçılar!” diye de bağırmış olsaydık böyle kuru kuruya yas ve matemden daha (iyi) olurdu. O zaman Avrupa:
- Türkler memleketlerini felakete sürükleyenlerin kafalarına yapışacaklar! Onların çoğalmalarını sağlamalı. Ne yapsınlar? Vaktiyle elleri bağlıydı. Fakat bugün elleri ve dilleri çözülür çözülmez vatanlarının katillerine doğru parmaklarını uzatırlar!
Diyecek ve bizim meşru bir hükümet halinde yaşamaya arzulu olduğumuzu anlayacak, hakkımızda ona göre bir hüküm verecekti. İtilaf devletleri ile yan yana duruyorduk. Hakkımızda verilecek kararlarda fazla fazla oy sahibi olanlarla birer siyasi gibi konuşmak, görüşmek lazımdı. Öyle gerdan kırıp omuz kabartacak zamanda değildik.
Yayınımıza bıraktığımız noktadan başladığımız günden beri İngiltere’ye taraftar olmak için çalıştıkça şahsımıza karşı söylenmeyen kalmadı. İşte bugün bu acı haberler o mantıksız, o budalaca aleyhtarlığın etkilerinden doğmuştur.
Milletin iradesini temsil eylediğini iddia ederek o nam ile intişar eden bir gazetede İngiltere gibi bir büyük devlete karşı söylenmedik söz kalmamıştı.
Milli varlığı mı koruyorduk? Yoksa en boş kafalı İttihatçılar gibi tahta kılıçla yedi düvele ilanı harp mi ediyorduk?
Haklarımız, memleketimizin bütünü ancak ve ancak bir suretle muhafaza edilebilirken bunu bir türlü yapmadık. Bundan sonra da yapacağımız şüpheli.