Eski Zaman’ın bir vaktidir, o vakitten Yeni Zaman’ın bu vaktine varasıya, şehir yerinde duramaz, ha babam suya yürür.
Yalan olmasın, her yüz senede bir, üç aşağı beş yukarı beş yüz kadem(1) suya yürüdüğü rivayet olunur.
O kadar gerilere gitmenin ne âlemi var! Al Kemeraltı dedikleri eski çarşıyı, bu yer vakti zamanında yılankavi sahildir.
Al Frenk Sokak dedikleri yeni çarşıyı, o da kayıkhaneleriyle, verhaneleriyle(2) kıyı boyudur eski zamanlarda ve her ikisi de sahilin tabii hattı boyunca eğrilip yol gider.
Lâkin meşhur Kordon öyle mi ya?! Ya Paralel Sokak?!
Birinci Kordon dedikleri de Kordon da, İkinci Kordon dedikleri Paralel Sokak da hafif bir iki dirsek yapsa da dümdüz gider.
Yeni Zaman’da Konak dedikleri Dolma’dan başlayın, her iki Kordon’un bitimine kadar zaman içinde sığlaşır kıyılar, Felemenk misali hep insan eliyle dolar, İzmir denize yürür.
Yeni Zaman’ın beklenen o vaktinde şehir duramaz, yine yürür, ama suya değil, Dolma’ya yürür!
Yeni Zaman’ın o vaktinde beklenen, Meşrutiyet’in saraydaki askıdan inmesi, Müslüman olmayan Osmanlı milletlerinin Müslümanlarla denk haklara kavuşmasıdır.
Şehir Dolma’ya bu kavuşmanın aşkıyla yürür.
Eski Zaman’dan Yeni Zaman’ın bu vaktine varasıya, İzmir böyle bir yürüyüş, böyle bir nümayiş görmüş değildir!
Türlü dinden, türlü dilden ve renkten insanların sokak be sokak caddelere akması, cadde be cadde meydanlara dolması, o vakte kadar görülmüş, duyulmuş şey değildir.
Fasula’nın Rumları, Basmane’nin Ermenileri, kadınıyla, genciyle Frenk Sokak’tan, Paralel Sokak’tan, Kordon’dan Dolma’ya doğru akarlar. Ellerindeki her dilden dövizler arasında biri pek göze çarpar:
“Hürriyet, Müsavat, Adalet, Uhuvvet.”
“Adalet” Fransız İnkılâbı’nın üç kelimesine, İzmir’in kattığıdır.
Darağaç ırgatları, Punta işçileri, Debbağhane işçileri, şimendöfer ameleleri, cümlesi “Meşrutiyet” uğruna yollardadır. Meşruti nizam dedikleri anayasalı düzendir…
Teşrifiye Caddesi tarafından; Poyraz Sokak’tan, Sarı Sokak’tan, Maden Sokak’tan insan seli akar.
Ellerinde en çok ay yıldızlı Osmanlı bayrağı vardır. Frenk Sokak evlerinin pencerelerinden sarkan Osmanlı bayrağı vardır. Her dinin sembolü bayraklar, flamalar neşeyle dalgalanır.
Namazgâh’ın İslâm millet aksakallarından, münevverlerinden(3) Çarşı’nın ustaları, kalfaları, çıraklarından gelenler, yürüyüşe katılanlar olur. Aralarında olmayan, olamayanları hatırlarlar:
“Şüphesiz, hürriyet istedi diye zindana atılan ve Mısır’a kaçmak zorunda kalan Şair Eşref aramızda olurdu mutlaka…”
“Allah şahittir ki, Adana zindanında kör kuyuya atılan Tevfik Nevzad aramızda, başımızda olurdu mutlaka…”
O kalabalıkta kim vardı, bunu eksiksiz bilmek ne mümkün! Görenler yanındakini dürter, “Bak!” der, gördüğünü gösterir;
Hafız İsmail Hakkı,Baha Tevfik, Hilmi (x), Müftü Hamit Suphi, Kadızade İbrahim Refik, İsmail Sıtkı, Müstecabizade İsmet, Seydişehri Mahmut Esat, Resmolu Mehmet Fevzi, Hisar Camii imamı Rakım Hoca, daha nice münevver hürriyetpervere işaret edilir.
Bütün dinler, bütün diller kol kola yürüyüştedir, lâkin ve elbette İslâm beyler, paşalar yoktur.
“Ayaklar baş olursa!..”
Bu korku iledir ki, ne Sultan ne de eşraf, ne de kapıkulu kısmı Meşrutiyet istemez!
Meşrutiyeti çok isteyen, hürriyet uğrunda şehit veren İzmir’e merak eder, sorar:
“Bu meşrutiyet, bu bayram niye Abdülhamid’in tahta oturuşunun yirmi beşinci yılında Saat Kulesi ile birlikte gelmedi? Niye 1888’de Sultani açılırken niye gelmedi?..”
Kafalardan gitmeyen şu sualdir:
“Otuz iki sene sonra bu bayram Osmanlı topraklarına neden gelir, nasıl gelir?”
Şöyle gelir: İstanbul, dört satırlık bir “padişah iradesi” ile, 1876’da ilân edilen, 1877’de askıya alınan Kanunu Esasi’nin askıdan indiğini, Meşrutiyetin yeniden ilan edildiğini İzmir’e bildirir. Meclis-i Mebusan(5) seçimleri yapılacaktır, anayasalı, çok parçalı bir demokratik düzene geçilecektir.
Meşrutiyet İzmir’e bu müjdeyle gelir, hoş gelir.
Tarih de, Rumi 11 Temmuz 1314, yani 24 Temmuz 1908 olmalıdır.
İzmir’in bayramının, şehrin yollara dökülmesinin nedeni bu gelen müjdedir!..
Peki, ne olur da Meşrutiyet bayramı çıkar gelir? Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın nasıl gönlü olmuştur? Bunun hikâyesi de günler sonra duyulur.
O hikâyedir ki her gece Meyhane Boğazı masalarına günlerce meze olur.
Meşhur “Resneli Niyazi hikayesi” diye bilinir ol hikaye:
Resneli Niyazi Makedonya’nın “Osmanlı işgali”nden kurtulmasını isteyen “hain”lere karşı çarpışan bir Arnavut Osmanlı zabitidir.
Resneli Niyazi, “bin atlı akınlar” ile fethedilen topraklarda; eşit haklar isteyen, kendi kendini yönetmek isteye, Osmanlı paşalarının, beylerinin baskısından illallah diyen Mora ve Balkan Hıristiyan milletlerine karşı savaşan bir Osmanlı zabitidir.
“Elden giden” toprakları “istirdad” etmek ,yani geri almak isteyen Osmanlı ordusunun cümle zabitlerinden sadece biridir.
İşte bu Niyazi, bir tabur askeriyle Manastır Fevkalâde Kumandanı Müşir Fevzi Paşa’yı dağa kaldırır.
Tarih Miladi 22 Temmuz 1908 olmalıdır…
23 Temmuz günü atılan 21 pâre top atışı ile Manastır’da “Meşrutiyet” yönetimi ilan edilir ve durum Yıldız Sarayı’na telgrafla bildirilir.
Bu bir “darbe”dir.
Ve… Bu “darbe”nin ardından 24 Temmuz’da işte o “meşrutiyet” gelir.
Yani Osmanlı’ya “meşrutiyet”, Osmanlı zabitinin Osmanlı paşasını dağa kaldırması ile gelir!
Meyhane Boğazı her gece bu hikâyeye güler, kahkahalar şehre yayılır, bütün şehir gülmekten katılır!..
En azından yüz seneden beri meşrutiyet yeşerten, olgunlaştıran İzmir, bu “komedi”ye kahkahalarla gülmekte yerden göğe haklıdır.
Yazılarla, şiirlerle, zindanlarla sürgünlerle meşrutiyet mücadelesi veren İzmir kahkahalarla gülmekte, dalga geçmekte haklıdır.
Üstelik, bir de “geyik muhabbeti”ne sarılmıştır bu “darbe.”
İstanbul, Selanik ve Manastır günlerce bu “geyik muhabbeti” ile yatar kalkar.
Koca padişah Abdülhamid, bir yanına Enver’i alır, bir yanına Resneli Niyazi’yi İstanbul sokaklarını harmanlar ve önlerinde o meşhur “geyik”!
Yani bu memleket Meşrutiyet denilen şeye, Makedonya dağlarında “geyik” ile gezen Resneli Niyazi’den çekinen Saray’ın, sokaklardaki “geyik” gösterileriyle kavuşur!!!
Resmi defterlerde yazan hikâye budur.
İzmir burjuva sınıfı, münevverleri, İzmir amele sınıfı, İzmir aksakalları, dervişler ve ustaları bu “geyik muhabbeti”ne pek güler.
Meşrutiyet bayramının ardından, 11 Nisan 1326, Miladi 1910 tarihli, İzmir’in “11 Temmuz” gazetesinde çıkan, Kordon’daki “Sporting Kulüp”te, Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesi hakkındaki şu haber İzmir’in “geyik muhabbeti”ne neden güldüğünü daha güzel açıklar:
“Geçen gece Sporting Kulüp tiyatrosu sahnesinde bazı gayretli gençlerimiz tarafından bir olağanüstü başarıyla icra olunan “Vatan“ trajedisinin sergilenmesi münasebetiyle halkımızın vatan, millet, hürriyet, adalet, müsavat hakkında bildiği asil duyguların büyük alkışlar arasında ışık saçtığı görüldü.
Bütün vatan evlatlarının kalplerindeki yek ahenk atışların vatana, vatanın yüceliğine, milletin şeref ve başarılarına yönelik olduğu görüldükçe İslâm, Rum, Ermeni, Musevi hatta yabancı sayılan İzmirlilerde soylu bir güzellikle ürpermeyen bir kalbe rastlanmazdı…
İnsanlığı gecikmeyi seçmek öldürür / Eser yaratmaktır yaşamayı sağlayan .(6)
Büyük şairin bu güzel mısraı; yüce düşüncesini, öteden beri inandığı büyük insanlığın ölümsüzlüğüne itimadını gösterir. Aslında Kemal Bey … amacına erişti, ruhu şad olsun!
… Bunca fedakârlıklarla asil milletin meydana getirdiği hürriyetin değerini bilelim… Hürriyet ve Eşitlik ve Kardeşlik denildiği zaman başkalarının hürriyetini, can ve mal ve ırzına tecavüz ve namus ve onurunu çiğnemek demek olmayıp; milletin, mebus veya vekilleri tarafından serbestçe müzakere edilerek sırf hukuk ve milletin menfaatine uygun kanunlar ve düzenlemeler tesisiyle onlara hakkıyla uygun hareketin ve kişi haklarını, vicdan hürriyeti ve ifade ve basın serbestini sürekli kılmaktan ibaret olduğu bilinmelidir…”
Salon, her dinden, her gönülden İzmir milletlerinin alkışlarından yıkılır desem, inanmazsınız, lâkin Aya Vukla zangocu ile Çorakkapı müezzini şahidimdir, bu tarifsiz gecede dipdibedirler.
Dikkat ettiniz mi, ne Resneli Niyazi, ne Enver, ne de “geyik” bahsi yoktur konuşmada…
Ayıptır çünkü, günahtır çünkü, bir memleketin istikbali ile oynamaktır bu çünkü…
İzmir Noel Baba’nın geyiklerini tanır, her yıl geyiklerle oyuncaklar getirdiğini bilir ama…
İzmir’e Meşrutiyet’in geyikle geldiğine inanmaz.
Meşrutiyet oyuncak değildir çünkü…
Masal dibi:(kartpostal: Eski yazı: Hürriyet müessislerinden/kurucularından Resneli Niyazi Bey ve çetesi…)
1- Kadem: Metrenin üçte biri.
2- Verhane: Denize iskelesi olan ince uzun depolar.
3- Münevver: okumuş, görgülü, ileri düşünceli.
4- Hürriyetperver: Özgürlük yanlısı.
5- Meclis-i Mebusan: Osmanlı milletlerinin vekillerinden oluşan seçilmişler meclisi.
6- İstirdad: Geri almak.
7- Eczai beşer calibi tehir fenadır/ İkai eser mucibi tahsil bekadır.