Tarih, masalları kovulmuş, düzmeceler üstünden “geyikli” bir devlet inşasıdır.
Kaya kovuklarında saklı masallarda, tarih değil, sadece senin olan geçmiş vardır.
Meselâ geçmişindeki “Üç Meşrutiyet Kahramanı” masalını, “tarih”te okuduğu “Geyik Muhabbeti” kadar bilmez çok insan. Çünkü masal dinlemez, “Bana masal anlatma” der, burun büker.
Masalları hep “aksakal”lar anlatmaz; iki örgülü ak saçıyla, ak yazmanın altındaki nur yüzlülerin de masalları vardır ve işte “Üç Meşrutiyet Kahramanı” bunlardandır.
“Vakit israfa gelmez, hemen başlasın!”
O nur yüzlülerden biri, iki dizi üstüne gelir masal halkasının orta yerine yerleşir ve başlar anlatmaya:
“Eski Zaman’ın dışında, Yeni Zaman’ın içinde, bir şehirin birinde, kaya kovuklarında saklı bir masal varmış. Bu masalın da üç saklı masal kahraman varmış; birinin adı Eşref, birinin adı Tevfik, biri de …”
Durur ve bekler masalcı. Meraklı şaşkın gözler fal taşı olmayı geçer, yuvalarından fırlayacak kıvama gelir ki, daha fazla bekletmez, işaret parmağını her birinin göz bebeklerinde gezdirir:
“Sen…Sen… Sen …”
Bu “sen”ler, halkadakileri serseme çevirir, niye birinden biri işaret edilmemiştir ki!
İşaret parmaklarını ardı sıra iman tahtalarına götürüp sorarlar: “Ben mi?.. Ben mi?.. Ben mi?..”
Her birine tek tek “Evet, sen! Evet, sen!” cevabı verir…
Gel de çık sen bu kadar “sen”in içinden!..
Ak yazmanın altındaki ak saçı iki örgülü nur yüz “karardır” der, imdada koşar, uzatmaz:
“Biri Mısır’a sığınan Şair Eşref, biri dipsiz kör kuyuya atlan Tevfik Nevzat, biri de Baha Tevfik… Hepiniz gözüme Bahâ görünürsünüz, ondandır “sen, sen” demem, lâkin yaşınız benzemesin…”
Yanlış anlamayın, bu üç kahramanın dizilişi yaş sırasıdır; nur yüzlünün itikadınca insan kıymeti kantara vurulmaz, insan kıymeti kıymet bilmekle belli olur.
“Akıl yaşta değil, baştadır.” Bu Eski Zaman sözü, “üç kahraman”a emsaldir. Eşref’in de, Nevzat’ın da ilk günden kıymetlisidir Bahâ ve Bahâ, aklı erdiğinden beri gözünü ayırmaz ikisinden.
Yani en genç olandır Bahâ Tevfik, iki büyüğündeki kerameti en erken anlayandır ve Eşref’e yakın senede ve en genç ölendir! Ya “Emr-i Hak” (1) bu kadar acele etmeseydi!..
Hak geçmesin! Elbet sade İslâm millet değil, her dinden emeği geçmiş değerli çok isimler vardır İzmir’in meşruti hak yolunda yürüyen. Lâkin tıpkı masallardaki gibi, tıpkı subaşında karşınıza çıkıveren aksakallı derviş gibi hak yolunda giderken bu üç isim çıkıverir karşınıza.
“O vakit ne denir o nur yüzlü dervişe?”
Hep bir ağızdan çok gülüşlü bir ahenkte gelir cevap:
“İn misin, cin misin?..”
Ve yine hep bir ağızdan rengârenk gülüşlü çok seslerle verirler cevabı:
“Ne inim, ne cinim, ben bir beni âdemim…”
Şair Eşref, Tevfik Nevzat ve Bahâ Tevfik; bunlar ne indir, ne cindir, bunlar “Beni Adem’dir”, yani insan evlâdıdır.
Ve bu evlâtların “Geyik Muhabbeti” kadar hükmü yoktur “resmi hürriyet ve yalan Meşrutiyet” defterinde ve masallardan gayrı sığınacak kovukları da yoktur.
Eşref ile Tevfik’in masalı az da olsa dillenir, duyulur, lâkin şu Bahâ’nın masalı hâlâ muammadır!
“Vakit israfa gelmez, hemen anlatmalı!”
Siz siz olun, “Üçüncü kim?” diye soranlara, çekinmeden “ben” deyin ve kulak verin, kovuklarda kaldığı kadarıyla anlatılan “Bahâ Masalı”na …
* * *
Evvelâ şu sararmış sayfayı bir açalım, bakalım: “Bahâ Tevfik kimdir?”
Bahâ, ki kıymet manâsına, güzellik manâsınadır, “Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranma” derdi olmadan, “Hak” bildiği yoldan gidendir.
Gevezeliği iş edinenler, yoluna giden Bahâ’nın ardından; “densiz”, “denâet erbabı”(2), “zındık”(3), “kâfir”, “ate”, “ateist” derler ve hatta daha neler neler demiş olmalılar… Aldırmayın! Bunlar “dinime küfreden bari Müslüman olsa” dedirten “ham sofu”ların yakıştırdığı sıfatlardır.
Bununla kalmaz söylenenler: Marksist, anarşist, nihilist, serbestiyetçi (4)… Akıllarına, Yeni Zaman fikir sahiplerine dair ne sıfat geliyorsa, “küfür” niyetine” sayarlar…
Kıymet bilenler, “Yeni Zaman dervişi” der genç Bahâ’ya.
Bahâ, “fikri hür, vicdanı hür” bir yolcudur, her dinden, her dilden insanların eşit hakla bir arada yaşayacağı “Hakiki Meşrutiyet” yolcusu…
“Demem odur ki, her biriniz kıymetlimsiniz, her birinizde bir başka “bahâ” var, her biriniz gözümde birer Bahâ Tevfik’siniz!”
İki örgülü, ak saçlı, ak yazmalı, nur yüzlü, ağzı açık şaşkın bakışlara daha fazla dayanamaz, “uzattım”der, nihayet orta yerinden girer “Bahâ Masalı”na…
* * *
Abdülhamid’in “Anayasayı yeniden yürürlüğe koydum” demesinin üzerinden bir ay bile geçmemiştir ki, İzmir “11 Temmuz” adıyla yeni bir gazeteye kavuşur; hani şu, “Meşrutiyet İlânı” şerefine sahnelenen Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesi haberinin yer aldığı gazete. Hak geçmesin, söylemeliyim, haberi yapanın adı Corc Bubli’dir, İzmirli bir Ermeni’dir!
Gazetenin çıkış tarihi; sene Rumi1324, Miladi 21 Ağustos 1908 olmalı, ama şurası muhakkak ki günlerden 8 Ağustos Perşembe’dir …
İşte bu “11 Temmuz” gazetesinin başyazarı, Namazgâh çocuğu Baha Tevfik oğlumuzdur.
İzmir’in ilk Ortodoks kilisesi, Aya Yanni Kilisesi (4) İslâm mahallesi bilinen Namazgâh’ın hemen sırtındadır ve çevresine yerleşmiş küçük Rum cemaati ile birlikte Mikra Yanni (5) mahallesi diye bilinir. Kim ala koyabilir masum mahalle kapışmalarından çocukları? Onlar birbirlerinin huyunu ve dilini bu yakın ilişkilerde tanır. Gürbüz, yağız, küçük Baha bunun dışında kalabilir mi?
Bahâ’nın çocuk kulağı her namaz vakti ezanı makamıyla tanıdığı gibi, her saat başı zangoçun ipine asıldığı Aya Yanni’nin çan kulesinden yayılan sesi tanır.
Bahâ’nın çocuk kulağı her Cumartesi havralardan yankılanan ilahileri tanır. Havralar Namazgâh’a iki adım mesafede Havralar Sokağı çevresindedir. Babasının elinden tutup Yahudi Mahallesi’nden geçip çarşıya inerken o seslerin taştığı yüksek duvarlara bakar durur şaşkın gözlerle.
Bahâ, “Meşrutiyet İlânı”ndan önce gelen Meşruti İzmir’dir; çok milletli, çok renkli İzmir…
Bahâ Tevfik; Bektaşî, Kadirî, Melâmi, Mevlevî, Nakşibendî, Rufaî ve daha nice tekke ve dergâhların arasında, hazireler içinde oynar, büyür; mezar taşlarının sessiz muhabbetine dilsiz misafir olur.
Bahâ İslâm mahallesinde, lâkin cami dibi kilise ve havraların arasında, İslâm, Rum ve Yahudi mahalleleri içinde yaşar. Yani, saklı masallardaki İzmir’de yaşar…
Bahâ’nın doğup büyüdüğü Namazgâh, dinlerin, mezheplerin, tarikatların birbirine değdiği yerdir. Farklı farklı olup hep birlikte güzelleşmenin şehridir saklı masallardaki İzmir.
Baha doğmadan, Tanzimat öncesinden sancıları başlayan bir meşrutiyet süreci yaşamaktadır şehir. En ziyade acı vereni “ifade hürriyeti” sancılarıdır…
Bıyığı yeni terlemiştir Şair Eşref ve Tevfik Nevzat ustalarına edilen eziyetlere şahit olur. Onlar zindana ve sürgüne gönderilirken Sultani’yi bitirmek üzeredir. Okuldaki duvar gazetesi ile, duvarda sergilediği “meşrutiyet sancıları”yla erkenden tanır İzmir Bahâ’yı.
“Şimdi anladınız mı, “üçüncü kahraman” kim sorunuza “sen” dememin hikmetini? Ben yüzümü hanginize dönsem onu görürüm…”
* * *
Bahâ 1884 doğumludur ve “11 Temmuz” gazetesini yayınladığında henüz yirmi dört yaşındadır, İstanbul’da Mülkiye Mektebi’ni bitirip yeni dönmüştür.
“11 Temmuz” ismi yeniden “Meşrutiyet” ilânı şerefine konmuştur. Yani Miladi tarihe göre isim konulacak olsa “24 Temmuz” olacaktır gazetenin adı.
Gelin gidelim ilk sayıdaki o ağır mürekkep kokulu sabaha…
İşte o sabah, gazetenin idarehane bulunduğu Beyler Sokak’ın Kemeraltı’na yakın ağzından fırlayan üç “müvezzi” çocuk üç bir yana dağılır: Biri yolu üstünde türlü mekânlara dağıta dağıta Basmane ve Fasula Meydanı’na; biri Havralar Sokak üzerinden Namazgâh’a; üçüncüsü de, Askeri Kıraathane’nin gazetesini bıraktıktan sonra Rıhtım, Paralel Sokak ve Frenk Sokak mekânlarına kapı altından gazeteleri ata ata bitirirler. Gün daha doğmamıştır.
Askeri Kıraathane her gazeteyi alır, almasa olmaz. Sarı Kışla tek dinli, tek dillidir, lâkin Hükümet Konağı, İzmir Sultanisi ve Çarşı öyle mi ya!
Hükümet Konağı’nda diğer İzmir milletlerinden Rum, Ermeni, Yahudi tercüman, kâtip çalışır; her milletten avukatın, dava vekilinin girip çıktığı Adliye, Konak’ın içindedir. Yanı başlarındaki Sultani’de talebeler Fransızca ve Yunanca ders görür. Çarşı’yı çarşı eden çok dilli olması değil midir? Smirneyka’yı sayma bile, o Çarşı’nın “anadili.” O yüzdendir ki, Askeri Kıraathane’nin gazete tezgâhında türlü dilden İzmir gazeteleri bulunur.
Bu sabahtan itibaren de Askeri Kıraathane’ye “11 Temmuz” bırakılır.
Askeri Kıraathane’ye Ödemişli İsmail efendiden sonra ilk giren Ömer efendidir.
Hangi Ömer demeyin, kıdemli Mülazımı Evvel (6) Seyfeddin oğlu Ömer.
Baha Tevfik’in himayesine aldığı, yaşıtı, lâkin zayıf bünyesi ve küçük cüssesiyle diğer zabitlerin pek yanaşmadığı bir zabittir Ömer efendi.
Mürekkebi kurumamış, kokusu uçmamış gazeteye koşar kapıdan girer girmez.
Ödemişli İsmail Efendi ocaktadır, sırtı dönüktür, böyle densizliği hoş görmez, her mekâna selam ile girmeyi farz bilir. Lâkin daha Ömer Efendi gelmeden o şiiri görmüş okumuş, beğenmiştir, okuduğunun hatırına ses etmez.
Ömer Efendi elleri ve sesi titreyerek ve elinde olmayarak yüksek sesle okur birinci sayfa, birinci sütundaki şiiri:
“Binlerce hürmet, sana ey muhterem ay
Her milletin esareti, hürriyet oldu bak
Sıcacık kucağına mesut hediye, nasıl diyeyim:
“Sensin büyük sevincin tacının nuru ve süsü…”
İnkılâbın verdi işte o hainlere pişmanlık;
Yoktur vatanda şimdi ayrılık-gayrılık hatası,
Ne bir karanlık padişah… Evet insan aklı şimdi
Kuzeyin ve güneyin karanlık ve zulmünden uzak…”(6)
Ödemişli İsmail Efendi alkışa hazırlanmıştır ki, Baha Tevfik dalar içeri:
“Ömer, gördün mü şiirini bastım! Sen tanıdıklarım içinde “Müslim-Gayrı Müslim ayrımı” hatasına hayır diyen tek zabitsin. Binlerce hürmet sana!”
Bir şu Balkan dağlarında Makedon, Bulgar kovalayan Selanik ve Manastır’ın “Geyikli Meşrutiyet”ine bakın, bir de Bahâ ile Mülazımevvel Ömer’in şu resmine!..
“Allah nazardan saklasın” der içinden İsmail Efendi, üç bardağa çay dökerken.
“Binlerce hürmet sana, saklı masallarda kalan meşruti şehir İzmir!”
Masal dibi: (foto: Kemeraltı girişinde Askeri Kıraathane.)
- Emr-i Hak: Ölüm.
- Denaet erbabı: Rezil kimse;
- 2- Zındık (Zendeka): Dinsiz-kafir.
- Serbestiyetçi: Liberal.
- Aya Yanni Kilisesi: Agora’nın güneyinde 824 sokak’ta.
- Mülazımı Evvel: Üsteğmen, tam o günlerde yüzbaşılığı gelmiş de olabilir.
- TEMMUZ (Ömer Seyfettin)
Binlerce ihtiram, sana ey mahı muhterem
Her milletin esareti , hürriyet oldu bak
Aguşu har … , nasıl diyem:
“Sensin süruru azmaneye nuru taç ve tak…”
Verdi havlin işte o hainlere nedm;
Yoktur vatanda şimdi ne bir hatayı firak,
Ne bir kaanı tar… Evet aklı adem
Deycuru şimal ve cenup, zulmet ırak…