Milli Birliği Biz de İsteriz Ama!
Ateşkesten beri İttihatçıların ağzında bir cümle var: “Birleşelim ve birbirimizin gözünü oymaktan vazgeçelim. Bir birlik oluşturalım. İttihat ve Terakki ülkeyi bu duruma koymadan önce bu türlü düşünmüş olsaydı hiç şüphesiz bu düşüncenin bir çok yankı bulacağına, bir çok muhalifin de (üstünde) olumlu etkisi olacağına şüphe yoktu. Halbuki iş işten geçmiş evvel on seneden beri İttihat ve Terakki’nin milli birlik meselesi aklına bile gelmemiş, imparatorluğu bir çiftlik gibi kullanarak har vurmuş harman savurmuş. Ne millet (Müslümanlar-tu) bırakmış, ne anasır (Müslüman dışında ki milletler-tu) bırakmış, ne memleket bırakmış. Hem vilayetler elden çıkmış, Osmanlı devleti her taraftan bağlı bir hale getirilmiş. Sürgün yerlerinde, sürgünlerde vatan evladını inim inim inletmişler. Nihayet İtilâf Devletleri donanması İstanbul’a geldikten ve İttihat ve Terakki sustuktan sonra bu kıymetli kimselerin akılları başlarına gelmiş, vaktiyle ortaya konulması lazım gelen fikir samimiyetsiz bir ifadeyle söyleniyor: “Efendim, ittihat edelim, bir birlik oluşturalım. Şimdi bu gibi anlaşmazlığın sırası mı?”
Bu gibi anlaşmazlığın o zamanlar sırası mıydı? Sonunda cana, mala saldırı mahiyetinde olan bu tarafgirlikten o zaman şikâyet olunduğunu hiç hatırlamıyorum: “Büyük efendi selam söyledi. Küçük efendi ben adamın gözünü patlatırım dedi. Sadık arkadaşlar (İttihatçılar) toplandı.” Başka söz işitemiyorduk. O zamanlar İttihat ve Terakki’den olmayanları bu büyük zatlar milletten fertlerinden değil insandan bile saymıyorlardı…
Fransa’da idam cezasının kaldırılması sözkonusu olduğu zaman “Viktor Hugo” sadece şu fikri beyan eylemiş:
- İdam cezasının kaldırılması mı? Pek güzel, fakat bunun tatbikatına evvela kanlı efendiler başlasınlar.
Milletin birliği mi? Pek güzel, bunu evvela İttihatçı efendiler yapmalıydılar.
Bugün ortada dumanı tüten koca bir memleketin enkazı dururken, o büyük binaya kundak sokup cayır cayır yakanlarla nasıl birlikolunur? İnsaflı kalple düşünelim.
Kabul edelim ki bugün Bursa Kuvayı Milliye kumandanı olan eski Babıali muhafızı jandarma yüzbaşısı Mehmet Ali Efendi ile ben karşı karşıya gelirsem: Birader. Ben seni tanıdım, sen de beni tanıdın. Hatırlar mısın ya? Polis Müdüriyeti’nde yükselmekiçin bana işkence etmiştin. Bu hizmetinin mükâfatı olarak da kim bilir harp senelerinde keselerini doldurmak için ne mühim mevkilere getirildin. Fakat bugün gel beraber olalım. El ele verelim!
Dersem şüphesiz bu hareketimi klasik eser müelliflerine mevzu teşkil edecek genişlikte büyüklük addedenler bulunur. Fakat benim bu saflıkla tahammül ettiğim muameleden sonra biraz aptal mevkine düşmüş olmaklığım da tabiidir değil mi?
Böyle olmasa da celladımın uzattığı eli sıktıktan sonra arkamdan:
Hay budala hay! Zamanı gelsin … mümkün müdür?
Ve hakikaten buhran geçsin, İttihat ve Terakki milleti ha birleştirdik ha birleştiriyoruz; ha bir araya geldik, yaşasın vatan! falan derken bir kere o makama geçince bu zabitin eline geçenlere dayak atmak için sopa seçmekte zorluk çekeceğini hiç zannetmiyoruz. Bunları pek güzel anladık. Karşımızdakinin vaziyetlerini, adeta bağırsaklarının döndüğü ciheti bildik.
Mahmut Şevket Paşa hadisesi dolayısıyla ellerine düşenler, adam eti yiyen yamyamlar olsalardı bu derece işkenceye maruz bırakılmazlardı.
O zaman milli birlik, birleşmek lüzumu, birbirimizin gözünü oymamak teklifi hiç mevzubahis olmuyordu. Bu gibi meseleler daima böyle zamanlarda mı akla geliyor?
İttihat ve Terakki’nin kahraman üyeleri mütarekeden sonra birer köşeye çekilecekler, memleketi mahvettiklerini, zulümle, cinayetle felakete sürüklediklerini, doğuveren ilhamlarla mukaddesat bırakmadıklarını düşünerek kusurlarını itiraf ve günahlarını af ile intikam almanın haklarında ne şekilde tecelli edeceğini bekleyeceklerdi. Böyle yapmadılar. Memleketin bütün işlerine yine kanlı parmaklarını sokarak daha yıkılacak yuva, incir dikilecek ocak aradılar ve arıyorlar.
Bu memlekette utanmazların tahakkümleri daima vatanı yıkıma doğru sürüklemiştir. İttihat ve Terakki ise utanmazların en yamanıdır. Çünkü bilmeden yıkmaz, bilerek yıkmak için yıkar. Yıkmak için düzenli bir teşkilatı vardır. Daima memleketin vücuduna sülük gibi yapışmak için parası vardır. Bu milletten kendini ayırmış, büsbütün başka emel, başka maksat peşinde koşan bir zümre oluşturmuştur. Osmanlı Devleti daima zayıf idareler altında bulunduğu için kendisine bu memleketten daha uygun sığınacağı yer bulamamıştır. Vatanı yoktur. Parası ona her yeri vatan yapar.
Bu milletin birlik olabilmesi için, bir birlik bayrağı altında toplanabilmesi için evvela İttihatçıların aradan sıyrılıp çıkmaları lazım gelir. Bir milli birlik tesis etsin. Aradan İttihatçılar defedilmezse bu sefer al bir bayrağa sarınarak oraya da sokulurlar. Daima büyük emelleri bu birlik bu milli birlik bayrağını ele almaktır. Bir kere bayrağı ele aldıktan sonra yavaş yavaş etrafındakini birer künde atarak tekrar iktidar koltuğuna yerleşmek önemsiz bir meseledir. (sayfa yırtık)…
… Vatan kurtulur mu? Yani o yaldızlı milli birlik hapını biz yutsak dünya yutar mı?
İttihatçılar yalnız muhaliflerine değil bütün memlekete ve hatta bütün insanlığa fenalık yapmış, kundak sokmuşlardır; onları, bugün alın yazımızı ellerinde bulunduranlar, bizden çok iyi tanır ve bilirler.
Bu hakikate, bize “birbirimizin gözünü oymayalım,” öğüdü verenler de pekiyi bilir. (Yedi satır yırtık)… İlmek takarak bizi sehpalara ve bunun üstüne adımıza bir de … gibi menfur bir sıfat ilave etmek … cellatlarımızı affedelim; yeter mi, vatan kurtulur mu? Yani o yaldızlı milli birlik hapını biz yutsak dünya yutar mı?
İttihatçılar yalnız muhaliflerine değil bütün memlekete ve hatta bütün insanlığa fenalık yapmış, kundak sokmuşlardır; onları bugün alınyazımızı ellerinde bulunduranlar, bizden çok iyi tanır ve bilirler.
Bu hakikate, bize “birbirimizin gözünü oymayalım” öğüdü verenler de pekiyi bilirler. (Son birkaç satır yırtık.)
1 Ocak 1919 Alemdar, Refii Cevad (Ulunay)
foto: Meclisi Mebusan’a giriş davetiyesi.