Bu “masal” lâfı, resmi defterlere yazılan  “boş sözler” içindir, karışmasın, kaya kovuklarındaki “Saklı Masallar” için değil!

Saklı Masallar”a kıymet vermeyenler, sade resmi defterlerin yazdıklarına inanır ve bu memlekete “meşrutiyet” geldiğine iman eder!

Hem de bir değil iki “meşrutiyet” birden çıkıp gelmiştir, sade padişah iradesi ve sade “kılıç zoru” ile!..

Bu memlekete “meşrutiyet” geldiği bir “masal”dır ve tek “hakikat” diye ezber ettirilir…

Saklı Masallar” ezber bozar, tek “hakikat”i olmaz. Zaman örgüsü muhabbetlere sarılıp sarmalanmış hakikatler, arayanı bulur.

Hakikat, yontulmamış taş değildir, pırlantadır.

Buyurun bakalım, “Saklı Masallar”da cevher aramaya koyulalım…

                                                                *       *       *

Hani Eski Zaman içinden Yeni Zaman içine bütün vakitlerin şehri, öyle bir yürüyüş, öyle bir “bayram” görmemişti ya! İşte o misal, derler ki:

İzmir İzmir olalı, böyle bir yolcu uğurlaması olmamıştır bu taş tanrılar mirası şehirde!

Tarih, Miladi 13 Aralık 1908 olmalı…

Rıhtım, bir baştan bir başa, Gümrük’ten Pasaport’a her milletten insan doludur. Rıhtım yetmez, Paralel Sokak’tan Rıhtım’a çıkan cümle sokaklar da dolar. Ellerde türlü bayraklar, ellerde beyaz mendiller sallanır durur, bir hengamedir Kale’den işitilir…

Rıhtım’da duvar dibi gölgesine çöken her yaştan ve her milletten aksaçlar, aksakallar, “seçim düğünü”nü dalgın bakışlarla seyreder, “Hayırlı olsun”dan başka diyecek sözleri yoktur.

Meclis’in açılışında bulunmak ister şehir ve o kadar çoktur ki, bu hâl üzerine koca bir vapur kiralanır, seçen, seçilen doluşur vapura. Yeni Zaman’da “düğün alayı” der duvar dibindekiler.

Aydın Eyaleti’nin, eyalet merkezi İzmir Sancağı’nın, kazalarının bütün mebusları “ittihat” ve “terakki”den yanadır” diye yazar resmi defterler ve bu böyle bilinir… Yanlıştır!

Yalnız “ittihat” ve” terakki” denilince hep akıllara, Selanik’te yuvalanmış, asker millet hâkimiyetinde olan ” İttihat ve Terakki Cemiyeti” sokulur… Yanlıştır!

Bu, resmi defter emri olan“Meşrutiyet Masalı” sakatlar cümle taze zihinleri,  çocukluktan yüklenir aynı ezber, yüksek mektepte bile bırakmaz peşini ve ziyadesiyle yanlıştır.

Hele hele İzmir için “meşrutiyet” namına yazılanlar külliyen yanlıştır!

Yüz senedir toplumsal ve ekonomik gelişmesine paralel meşrutiyet temellendiren şehir ile; Makedonya dağlarında, eski Osmanlı tebaasını “düşman” sayan, peşine düşenlerin aynı fikir peşinde ve aynı cemiyet içinde olmaları mümkün müdür?..

Bu nokta, Marks nam derya ademi hatmetmiş olanların tarafından dahi pek sorgu sual edilmez! Tarih, hep cetvelle çizilmiş bir hatta gider çünkü!..

İlk mektepten sonra yatılı askeri okullarda “harp” ettirilmek üzere yetiştirilen, ardından dağlara, çöllere sürülen mağlubiyet üstüne mağlubiyet yaşamış çocukların kafasındaki “ittihat” ile; İzmir’in çok milletli geçmişiyle ete kemiğe bürüdüğü “ittihat” nasıl olur da aynı “ittihat” olabilir?

Terakki”yi geçin bir kalem, kıyas kabul etmez bu kelimenin İzmir ve Selanik arasında derin mânâ farkı!

İzmir, ticaret ve sanayide yol gitmiş, “kapitalist üretim tarzı ve kapitalist üretim ilişkileri”nde her Osmanlı şehrinin ötesine varmış, bir an evvel “meşrutiyet” ile güzel yol almaya sabırsızlanan bir şehirdir.

Selanik-Manastır İttihatçıları ise, kaybedilen toprakları “yeniden fetih” için sabırsızlanan, huysuzlanan “hafi teşkilat” şehirleridir (2).

İzmir’de teşkilat olabilmiş “Selanik İttihatçısı” yoktur.

Nitekim, 1907 sonlarında Doktor Nazım nam bir “hafi İttihatçı” gizli gizli İzmir’e yollanır ve her resmi defterde aynı hikâye anlatılır:

Doktor Nazım Bey, Yakup Ağa adıyla İzmir’de tütüncü dükkân açar, “devrimci” teşkilatlanma yapar…”

 “Yok devenin pabucu” desen de olur, al bir “geyik hikâyesi” daha desen de…

İzmir’de “Selanik-Manastır İttihatçısı” olmadığını, meşruti İzmir’de hatırı sayılır bir teşkilat kuramayacağını bilir de,

Selanik-Manastır zihniyeti meşrutiyeti “kılıçlı ihtilal” ile, İzmir ise, Osmanlı sarayı ve saraya göbeğinden bağlı kullarına karşı, şehrin ticaret ve sanayi erbabının, işçi ve köylülerinin “inkılâb”ı ile kazanacağı fikrindedir.

İyi de, niye gelir “ihtilalci” Doktor Nazım Bey?

Şimdilik belli değildir. Bunu Yeni Zaman’ın gelen vakitleri gösterirse gösterir, hadi dönelim rıhtımdaki uğurlama şenliğine…

                                                         *       *       *

Kıçında Romanya bayrağı dalgalanan vapur, limandan ayrılan her vapur gibi Papaz İskelesi’ni, Menemen İskelesi’ni sancakta, Sancak Kale’yi iskelede bırakır, batan günün kızılına dalıp kaybolur gider.

Ayrılık hüznünü, gönül yorgunluğunu, meşrutiyet yolunda demir almanın gönül hoşluğunu paylaşmak isteyenler; Kramer’in gazinosunda, Rıhtım meyhanelerinde boş buldukları iskemlelere  doluşur…

Lâkin her milletten sanat ve fikir ustaları hiç şaşmaz, doğru Meyhane Boğazı’nın yolunu tutar.

Elbet muhabbetler ihtilal, inkılâb, ittihat, meşrutiyet, terakki ve Selanik üzerinedir en çok…

Meşrutiyet İnkılâbı” bugün doğdu ve saltanatı boğdu!!! Bu teranelerle kutlar Selanik meşrutiyeti. Nitekim bir vakit sonra bir marş çıkar ortaya, bu muhabbetlere delildir:

Osmanlılar bugün oldu muzaffer,

 Fethetti yeniden vatanı asker,

 Açtı mebuslara yolu süngüler,

 Yaşasın Niyazi, yaşasın Enver!..

Selanik “meşrutiyet”i saltanatı boğmaz; “meşruti meclis”e yolu açan “süngülü zafer” ve yeniden “fetih”tir meşrutiyetten murat.

İzmir ise, türlü sınıf Osmanlı’nın “meşrutiyet inkılâbı”  sayesinde “demokratik meşrutiyet düzeni”nde ısrarlıdır…

Selanik-Manastır zihniyetinin “meşrutiyet marşı”na İzmir’in verdiği cevaplara bir misaldir Ömer Seyfettin… Selanik’e tayini çıktıktan sonra, Temmuz şiirinde Osmanlı’da “ Her milletin esareti”ni gören genç zabit, nasıl olur da “tek millet”in süngülü zaferine döner, hayret!

                                                              *       *       *

 “1877 Meclisi Mebusan’ında Aydın Vilayeti’nin seçtiği 5 mebusun 3’ü Müslüman, 2’si Hıristiyan’dır. Meclis’teki toplam yüz otuz mebusun 69’u Müslüman, 46’sı diğer milletlerdendir…”

Bu hâl, Osmanlı büyüklerini pek rahatsız etmiş olmalıdır…

Osmanlı’da âlem bilir ki akıl da, oyun da çoktur; 1877’den ders çıkarır…

İzmir’in, âlem bilir ki, okuyanı, yazanı, düşüneni çoktur.

1908 Seçimleri evvelinde, gencecik Baha Tevfik’in de1877’den ve dünyada olan bitenlerden çıkardığı dersler vardır, yazar anlatır, ondan dinleyelim:

İşte artık vakit geldi…  Galiba şehrimizde seçimlerin şekli ve nasıl yapılacağını bilen pek az… Çoğunluk, mebusların zenginlerden seçileceğine ve öyle olması gerektiğine inanmış gibi! Hâlbuki bu, pek boş ve tehlikeli bir yoldur. Bizim zenginlerimiz –öyle olmayanların dışında- tahsil ve zekâdan yoksundurlar. Hayatı, arkadaşlığı, zamanı yalnız para kazanmak sayarlar. Bilgileri kıt olduğu için pek zayıf ve kıt düşüncelerin esiridirler…”

Ne diyor bu genç ya hu! Bu ne cüret! Bu kadarla kalsa iyi:

Biz daha siyasi oluşumun çocukluk durumunda bulunduğumuzdan, hakların ve hürriyetin henüz bir aylık bir uğurlu doğumu olduğumuzdan siyasi harekete akıl erdiremiyoruz…”

Baha Tevfik’in “dilinin kemiği yok”tur, şu ettiği lâflara bakın:

Hâlâ kendi kendilerine: Biz paşayız, biz rütbe sahibiyiz, diyorlar, seçilme hakkı bize aittir, biz eşrafız, biz seçileceğiz, ümidini taşıyorlar…”

Yahu çocuk, sus artık!..” bağırışları duyulur, ama, Saray’dan, paşalardan, eşraftan ve kapıkulu asker ve sivillerden yılmıştır millet. Baha’dır bu, susmaz:

İzmir mebusunun diğerlerinden farkı olmalı. Mebus kendi muhitinin mücadele gücünün bir örneği olmalı. Zenginleri karıştırırsanız ümitsiz kalacaksınız… Bizim haklarımız mecliste servetle, asaletle temsil olunamaz. Zaten vatanımızda “asalet” yoktur. Asalet iddia eden yalan söylüyor, inanınız!

Tarih13 Kasım 1908 olmalı, o gün İzmir merkezinde seçim sonuçları açıklanır. Buna göre:

İzmir Müftüsü Mehmed Sait Efendi,  Seyyid Bey,  Aristidis Paşa,  Nesim Masliyah Efendi,  Doktor Taşlızade Edhem Bey, Pavlos Karolidis Efendi” seçilirler.

Doktor Taşlızade Edhem Bey, şair ruhlu adamdır, “zade” olmasına ve İzmirli cümle “zadeler” kızıp köpürmesine rağmen, mebuslar arasında hiçbir Ermeni mebus olmaması üzerine görevinden istifa eder ki, ondan sonra en çok oyu alan Ermeni aday, Ispartalızade İstepan Efendi meclise girer.

İzmir’in “meşrutiyet”i böyledir der etrafına “meşrutiyet” nedir bilenler:

Her milletten İzmir seçmeni, her sınıftan İzmir seçmeni; tüccar ve sanayici burjuvası, her milletten ırgatisi ve dahi Nif misali cümle köylüsü, eniyle boyuyla meşrutiyeti tartışmakla kalmaz, gönderdiği mebusların da takipçisi olur, bilhassa Ispartalıyan’ın.

İstepan Efendi 1911’e kadar yer aldığı Meclis’te iki önerge verir. Birincisi, 25 Şubat 1909’da,  Meclis’in on dokuzuncu oturumunda “Uzak Anadolu vilâyetleri halkının durumlarının iyileştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması” hakkındadır. İsteklerinden bazıları şunlardır:

–           Halkın mütegallibeye vermek zorunda olduğu çeşitli vergilerin kaldırılması, zorbaların hizaya getirilmesi.

–           Hamidiye Alayları’nın düzeltilmesi ve temelden kaldırılması.

–           Müslüman olmayan halktan da asker alınmasına ilişkin yasa tasarısının bir an önce incelenip uygulanması.

–           Ülkelerine dönen Osmanlı göçmenlerinin gasp edilmiş emlâk ve arazilerinin kendilerine geri verilmesi.

İkinci önerge 19 Şubat 1908 tarihinde okunur ve “Osmanlı memleketlerindeki yabancılar hakkında alınması gerekli önlemler” (5) üstünedir. Beş maddelik önergenin ilk maddesinde özetle şu talep edilir:

–           Yabancı şirketlerin ayrıcalıklı haklarını incelemek amacıyla Meclisi Mebusan tarafından özel bir komisyon oluşturulması.

İstepan Ispartalıyan bu talebiyle “kapitülasyonlar”a itiraz etmekte, sınırlandırılmasını istemektedir! İzmir burjuvazisinin önde gelenlerindendir, büyük halı üreticisi ve ihracatçısıdır.

İzmir’de “meşrutiyet” böyledir, İzmir’in “ittihad”ı böyledir der etrafına meşruti demokrasi nedir?” bilenler… Resmi defterlerin kalemi kurur, yazmaz saklı masallardaki bu hakikati.

İzmir, her milletten ve her sınıftan insanıyla, “meşrutiyet geyiği”nin uzağındadır ve bu taş tanrılar mirası şehir ancak yakından bakılırsa anlaşılır…

Masal dibi:

  1. Hizmet, 14 Kanun-ı evvel (Aralık) 1908.
  2. Hafi Teşkilat: Gizli Örgüt.
  3. 11 Temmuz gazetesi, 16 Ağustos 1908.
  4. “Memalik-i Osmaniyenin müessesatı ecnebiye hakkında ittihazı muktazi tedabire dair takrir”, TBMM Zabıtlar c002,  39, s. 224

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s