Şu son seçim olayı üzerine düşünceler o derece perişan oldu ki hangi tarafa bakılsa hayret etmemek, şaşıp kalmamak elden gelmiyor. Düne kadar alkışlanan ve milli öfke, milli gösteri karışımlarıyla gökyüzüne uçurulan seçim düşüne İttihatçıların eli dokunur dokunmaz ılık yerine buz gibi soğuk bir su döküldü, bütün millet dondu kaldı.
Artık bu o kadar belirgin bir hakikat idi ki şimdiye kadar tuttuğu yol itibarıyla birbirinden ayrılan gazeteler bile birdenbire bulandılar ve çabucak duruldular. Şimdi memlekette olmayacak işlerle uğraşan dört buçuk gazeteye karşı birden bire kuvvetlenen muhalif bir grup ile koca bir kamuoyu var.
İstanbul seçimleri, seçimlerin beyni demekti. İttihat ve Terakki bu seçimde o derece acemice hareket etti ki bunu bir kelimeyle tarif edebiliriz:
İntihar!
İktidara gelmekten ümidini kesen İttihat ve Terakki şimdiye kadar birileri tarafından var ettiği manevi kişiliğini de öldürdü, bitirdi. Düne kadar parti hissiyle hareket etmeyerek İttihatçılıktan uzak durmaya bile lüzum görmeyen şahsiyetler birdenbire İttihatçı olmadıklarını ortaya koymak gereğini hissediyorlar. Dünkü Tasviri Efkâr’da Selahattin Bey:
- Ben İttihatçı değilim. Her hangi bir İttihatçı ileri geleniyle ilişkim olduğunu ispat edecek olurlarsa derhal istifa ederim! Diyor.
Arkadan Hamit Bey:
- Ben İttihatçı değilim. Bunu ispat edemezler, diyor.
Anlamıyoruz ki bu gibi sözlere neden gerek görülüyor? Halbuki mesele öyle değildir. Varsayalım ki Selahattin Bey’in o aşırı Alman taraftarlığı, sonra İttihat Terakki büyüklerine hulus çakmak için Almanya imparatoruna Nobel barış ödülünün verilmesini önerdiğini bu memlekette bilmeyen yok. Böyle iken İttihatçı ileri gelenleriyle ilişki kurmadım demenin manasını bir türlü anlayamadık…
Ben İttihatçı değilim, cümlesinden de bir şey anlamadık. İttihatçı olmak için mutlaka bir kulübe kayıtlı bulunmak, ya da İttihatçılarla sürekli dudak dudağa öpüşmek gerekmez. İttihatçılık öyle bir şeydir ki bazı insanlarda natura olur.
Tabiatıyla bu yaratılışta bulunanlar, ister istemez bir fikir, bir emel etrafına toplanırlar, bir kodamanın arkasına düşerler.
Biz İstanbul’dan intihap edilen mebuslarda bu ruh halini görüyoruz. İçlerinde İttihatçı olmayan Lütfü Fikri Bey’i gördük.
Selahattin Bey, kendisinin millet tarafından seçildiğini söylüyor. Biz ise bu seçimlere milletin iştirak etmediğini iddia ediyoruz. Eğer seçimlere millet iştirak etmiş olsaydı, K… sefiri ile Numan Ağa’nın, Kamil Efendi’nin, Doktor Adnan Bey’in orada ne işleri vardı? Seçimin, millet tarafından yapıldığı kabul olunsaydı, Lütfü Fikri Bey istifa etmezdi ve Lütfü Fikri Bey istifa etmemiş olsaydı Selahattin Bey, Hamdi Bey:
- Biz İttihatçı değiliz! Diyeceklerdi.
Cümlesi, aralarına Lütfü Fikri Bey’i de alarak yılışık bir simayla Fındıklı Sarayı’na yollanacaklardı. Zavallı Lütfü Fikri Bey o kadar senelik uğraşmadan sonra, İttihatçılara bir de “paravan” vazifesi görecek.
İttihatçıların yeni baştan cinayetlerine başlamalarına bir hamle olacaktı.
Bunu ise bilhassa Lütfü Fikri Bey yapmazdı.
Bu günlerde seçilenlerin İttihatçılıktan uzak durmak için acele etmeleri son derece manidardır.
Dış olaylarla seçimlerin şu son aldığı şekil arasındaki münasebet o derece ileridir ki bunu izah etmeye kelamımız varmıyor.
İttihatçıların bu son cinayetleri millete o kadar pahalıya mal olmuştur ki bugün İttihatçılıktan uzak durma lüzumunu hissedenler bunun felaketini pek güzel anlamışlar, hatta dizlerini dövmeye bile başlamışlardır.
İstanbul seçimlerinde İttihat ve Terakki’nin son bir fırıldak çevirmesi harbi umuminin milletin başına getireceği felaketlerin devamını teşkil eder.
Evvelden beri söylediğimiz, yazdığımız veçhile, bu milletin arasında İttihatçılığı kazımadıktan sonra bir şey yapmak mümkün değildir.
Ne yapsak böyle bütün nazarında … oluruz.
Binaenaleyh mebus tayin edilen İttihatçıların:
- Biz İttihatçı değiliz! Demeleri lakırdı kıtlığında esameleri budamaya benzer. İşte yazalım. Bundan sonra İttihatçı olmadıklarını ispat etmek için istifa da etseler para etmez.
Ben İttihatçı değilim! Demekle İttihatçı olmamak lazım gelmez. Ne çıkar? Talât Paşa da gelse ve:
- Ben İttihatçı değilim!
Dese onu nasıl dinlersek bu beyleri de öyle dinleriz.
Şu mütarekeden sonra cereyan eden ahval bize kim İttihatçı, kim değil pek güzel anlattı.
Malum efendim, malum!…
Refii Cevat (Ulunay), Alemdar başyazı, 23 Kanunuevvel 1919/ 5 Ocak 1920.
foto: Meclis-i Mebusan, Fındıklı, İstanbul.
Not: Refii Cevad 1890 Şam doğumludur. Galatasaray lisesi mezunudur. 1909’da Alemdar gazetesini çıkartır.1914-1918 yılları arasında İttihatçılar tarafından Sinop, Çorum ve Konya’ya sürülür. İttihatçılar ve Ankara aleyhindeki yazılarından dolayı “Yüzellilikler Listesi”ne alınır (1922) ve yurt dışına sürülür, ancak 1938’de “af”la döner. Yeni Sabah gazetesinden sonra köşe yazarlığına 1953’ten itibaren Milliyet’te devam etmiş, 1968de vefat etmiştir.