İstanbul seçimlerinin oluş şekli ve vardığı sonuç esasen iki kere iki dört eder derecesinde delilli ve ispatlı olan bir düşünceyi bir kere daha ve bütün açıklığıyla meydana koydu: Bu memlekette… İttihatçılık olmamıştır; olmadığı gibi senelerden beri yaptığı cinayetlerden ve milletin kaçınılmaz olarak duyduğu tiksintiden de sıkılmayarak, korkmayarak yine sırası düştükçe zehirli dişlerini göstermek, yine bu bedbaht ülkenin alın yazısına yapışmak hırsından da vazgeçememiştir. Günahlarından ders çıkaran ve tövbe eden bir halde bir köşeye çekilerek milletin yüceliği önünde hiç olmazsa cinayetlerinin soruşturulmasına çalışmaktansa, cani ve kanlı sıfatını koruyarak yakın geçmişte zulüm ve haksızlığa uğrayan vatanı büsbütün parçalamak inadında ısrarcı kalmıştır. Bundan ötürü bugün şu memleketi kurtarmak için senelerden beri huzur ve rahatını, saadet ve hürriyetini, hatta hayatını feda eden kurtuluş arzusundaki bir grup insana pek önemli, pek vatani bir görev düşmektedir ki bunun yerine getirilmesi ve tamamlanmasında kaybedilecek bir dakika bile yoktur. Bugün bu önemli görevi açıklamak istiyoruz.
Memleketin bütün felaketlerinde İttihat ve Terakki’nin eli olduğu ve bundan sonra da bu diyara en büyük kötülüklerin yine o lanetli cemiyetten (İttihat Terakki) geleceği bir temel ilke olarak kabul edildikten sonra vatanın kurtuluşu adına yapılacak ilk girişimin bu eşkıyalık tarlasını, bu … ve ihanet ocağını ortadan kaldırmak, silmek, temizlemek olması gerekeceği de kendiliğinden anlaşılır. Acaba bu cidden önemli ve önemli olduğu kadar da güç görevi kimler üstlenmelidir ve başarılabilmek için ne gibi koşullar gerekir?
(On satır kadar sansür)
… Halkın çoğunluğu bu arzuda birleşmiş olsa da ocağın (İttihat Terakki) bir an evvel söndürülmesi merkezinde bulunmasına rağmen kendi başlarına bu işle uğraşamazlar. Bundan ötürü ortada … bir ihtilalin doğurduğu bu meşru olmayan kuvveti ortadan kaldırmak, hiç olmazsa bundan sonraki melanet ve fenalıklarına meydan bırakmamak ve vatan ve milleti kötülüklerinden kurtarmak görevini doğrudan doğruya muhaliflere yöneltiyoruz. Muhalif demekle yalnız Hürriyet ve İtilâf’ı kastetmek istemiyoruz. Tersine yukarıda da söylediğimiz gibi daha ilk günden beri zorbaların düşüncesizce ve serserice siyasetlerine maruz kalmış; o başıboş, o … yurdumuzu ne kanlı bir uçuruma sürüklemekte olduklarını vakti zamanıyla hissederek düşünceleriyle, anlayışlarıyla, hatta hayatlarıyla… kanlı cinayetin olmasını engellemek için yüce bir uğraşa girişmiş olan bütün namuslu, özgürlük ve hayata bağlı ve cesaret dolu azimkar toplulukların tümünü muhalefet bayrağının sadık evlatları anlamında söylüyoruz.
İşte bugün İttihat tehlikesi karşısında gayretli bir kalbin çarptığı yüreklerini memlekete siper yapmak, bu toplumun yüce dininin emri olan bir sorumluluk ve kuvveti dahilindedir.
Olasıdır ki bu toplum içinde sosyal, siyasi, ekonomik görüşleri birine uymayan kişiler bulunabilir. Sosyalistler, muhafazakârlar, radikaller, ılımlılar gibi. Ancak apaçık bir vatan tehlikesi karşısında bu gibi anlaşmazlıklar geçerli midir? 1327’de (1911); İttihat ve Terakki tehlikesinin en belirgin ve en sürekli bir şekil aldığı o zamanlarda vatanı bu bela derdinden kurtarmak için birleşen, yekpare bir kitle oluşturan muhaliflerin arasında da böyle görüş ayrılıkları çoktu. Buna rağmen kutsal ve yüce bir gayeleri vardı ki o da İttihat ve Terakki’yi devirmekti. İşte o zaman muhalifler ancak bu dayanışma sayesindedir ki bir derece başarılı da olmuşlardı.
Eğer bu olanağı iyi kullanarak bir daha İttihat ve Terakki’nin hortlamasına meydan bırakmasalar; memleketi böyle sonu bellisiz maceralara atılmaktan kurtarsaydılar hiç şüphesiz şimdiye kadar hepimizin o kadar nefret ettiğimiz o kanlı ihtilal devresi kapanır ve doğal durumunu alarak bu çevrede hakiki fikir ve anlayışta partiler olurdu.
Ne yazık ki böyle olmadı. Muhalefet henüz merdivenin ilk basamağında bulunurken sonuncusuna da atladım gafletine düştü. Yapacak bir şey kalmadı zannetti ve doğal olarak engel ortadan kalkınca olunca istenmeyen durum geri gelir, diyerek fikir ve anlayış itibarıyla dağıldı, parçalandı, zayıf düştü.
Halbuki İttihat ve Terakki pusudaydı ve zayıf zamanı bekliyordu. Hemen dirildi, zehirler saçtı, ölümler dağıttı, eskisinden daha çok kuvvet bularak bugünkü felaketi hazırladı.
Ateşkesten sonra da aynı şeyler oluyor. Yedi senelik feci bir savaştan sonra (sürgünden) vatana dönen muhalifler sandılar ki –çünkü bunun aksini düşünecek kadar namussuzluğun, vatansızlığın, caniliğin insan yüreklerinde yer bulacağına ihtimal vermiyorlardı- İttihatçılık artık dirilmemek üzere ölmüştür; İttihatçıların tekrar meydana atılmasına olanak yoktur. Ocak’ı’ (İttihat Terakki’yi) yıkıntı şeklinde gösteren (İttihat Terakki) yaran ve avenesi bu zannı güçlendirmek için öyle eşsiz propagandalar da yapıyorlardı ki vicdan temizliği aşırı derecedeki birçok hakiki muhalifler bile onlarla olan davasından vazgeçerek çok zamanlar bizleri çok ileri gitmekle suçluyorlardı. Tehlikenin sonsuza kadar yok olduğu düşüncesi muhalefeti birbirinden ayırdı, parçaladı, doğal olarak da zayıf düşürdü. İttihatçıların bekledikleri de işte buydu. Bundan ötürü birçok lastikli isimler altında zavallı muhalifleri istedikleri aldatma ağlarına düşürdükten sonra yine o bilinen uğursuz suratlarla sırıtarak ortaya çıktılar. Emin olalım ki İstanbul bugün büsbütün ayrı koşullar altında bulunmamış olsaydı, şimdiye kadar çoktan yetişmişler gelmişler ve biz muhalifleri de çeşitli yüksek duvarlarla susturma gücüne ermiş olmuşlardı.
Bugün; memleketimizde biz bize bulunmadığımız için (İttifak devletleri işgalini kastediyor) İttihatçılık tehlikesi 327’dekinden (1911) kat kat daha ağır bir şekil almıştır. Muhalefet bu parça parça durumuyla o büyük tehlikeye karşı bir şey yapamaz. Bundan ötürü tabii ki o zaman olduğu gibi şimdi de yanlış anlamalardan ancak tam olarak kurtulduktan sonra uygulanabilecek, ilkesel ayrılıkları bırakmalı, karşılıklı fedakârlıklarda bulunmalı ve sırf İttihat ve Terakki yılanına başkaldırtmamak emel ve gayesi etrafında pek sağlam bir kitle gibi birleşmeli, kaynaşmalı, birikmelidir.
Bir defa buhran –dahili ve harici buhran- atlatılmış olsun; vatanımız sulh ve sükunun, anayasanın bütünüyle ortaya çıkmasına sahne rahat ve mesut bir gül bahçesi haline gelsin; birbirimizle kardeşçe, arkadaşça önerilerimizi ve fikirlerimizi münakaşa imkanı hasıl olur. İlmi partiler teşekkül eder, bizde de medeni bir siyaset hayatı başlar.
Bugünkü şerait altında buna imkân olmadığını bir daha öğrendik. Karşımızda bir düşman var. O düşmana karşı biz de ancak birlikle galip gelebileceğimiz ve bu millet böyle bir teşebbüsü muvaffakiyetle başaracak olan kitleleri emin olalım ki kurtuluş defterlerinin başına minnet ve şükran hisleriyle kaydedecektir. Bunun için ister Hürriyet ve İtilâf, ister Sulh ve Selamet, ister radikal, ister müstakil, ister bitaraf isimlerini takınan bütün muhalifleri –ki İttihad’ın saldırısı karşısında umumiyetle mağlup olmuşlardır- vatan ve millet aşkı namına vazife başına davet etmeyi en aziz bir borç biliyoruz.
Refii Cevad (Ulunay), Alemdar 26 Aralık 1919 (8 Ocak 1920).
foto: İttihad Terakki’nin Merkezi Umumi binası, Cağaloğlu-İst. (Sonra uzun yıllar Cumhuriyet gazetesi binası olarak kullanıldı.)
Not: Refii Cevad 1890 Şam doğumludur. Galatasaray lisesi mezunudur. 1909’da Alemdar gazetesini çıkartır.1914-1918 yılları arasında İttihatçılar tarafından Sinop, Çorum ve Konya’ya sürülür. İttihatçılar ve Ankara aleyhindeki yazılarından dolayı “Yüzellilikler Listesi”ne alınır (1922) ve yurt dışına sürülür, ancak 1938’de “af”la döner. Yeni Sabah gazetesinden sonra köşe yazarlığına 1953’ten itibaren Milliyet’te devam etmiş, 1968de vefat etmiştir.