“Mevzubahis olan “Cumhuriyet” ise, demokrasi teferruattır” sözlerinin benimsendiği ülke için anlamsız bir soru bu…
Öyleyse, biraz olsun anlamlı bir soru daha:
“Kraliyet İngilteresi mi, İsveç Krallığı mı, “Cumhuriyet Türkiyesi”mi, hangisi (daha?) demokratik?”
Bu soru da pek tatsız tuzsuz. Hele içinden geçtiğimiz şu günlerde “zararlı” bir soru…
O zaman, şöyle sorayım:
“Tatsız, tuzsuz da olsa her cumhuriyeti sevmek farz mıdır?”
* * *
Sene 1933, Cumhuriyet’in onuncu yılı, 29 Ekim’in öncesinden başlayarak Yeni Asır gazetesinde İzmirli önde gelen kadınlara şu soru yöneltiliyor:
“Cumhuriyet nasıl sevilir?”
Bugün sorun aynı soruyu, büyük çoğunlukla cevap şöyle gelir:
“Atamızın eseridir, ölümüne sevilir… Kanımızın son damlasına kadar sevilir… Ya sevilir, ya ..!”
Ya da buna benzer, basmakalıp, ilkokul ezberi, yerli ve milli ilânı aşk cümleleri sıralanır.
O gün de, yani Ekim 1933’te, “çağdaş” İzmir kadınları, biri dışında hepsi yukarıdakine benzer cevaplar veriyor.
Aykırı giden bir kadın var, adı Handan Sermet, cevabına şöyle giriyor:
“Soru açık değil., Nasıl bir cumhuriyet sevilir? Anlamında mı yoksa, cumhuriyeti sevdirmek için nasıl hareket etmelidir? Anlamında mı olduğu pek ayırt edilemiyor. İkincisine cevap vermek .. İdare makinesini elinde tutanlara karşı biraz akıl hocalığı etmek gibi bir şey olacak. Haddini bilen bir insanım. Kendime göre, bu konuda bir iki kelimelik fikrim olsa dahi, susmayı yeğlerim.
İkinci ihtimale gelince: Galiba her şeyin en mükemmeli seviliyor, bütün koşulları kendinde toplamadıkça bir şeyin taslağı hemen hep karikatüre benziyor…”
Cevaba girişi bir de ben tekrar edeyim kısaca:
“Cumhuriyet nasıl sevilir” değil, “Nasıl (!) bir cumhuriyet sevilir.”
Günümüz “Cumhuriyetseverlik”inde “nasıl” sorusu sorulmaz. Bir komut verilmiştir, derhal uyulur:
“Cumhuriyet sevileceeek, sev!”
Aşka gelinen o gün, Atatürkçü olanı, yani eksiksiz ”Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diyeni; İslâmcı olanı, yani “Gazi Mustafa Kemal” demekle yetineni meydanlara dolar, Anıtkabir’e koşarlar.
“Cumuhuriyet” bayramında tam bir “milli birlik-beraberlik” günü yaşanır.
O günlerde bir sen yoksun, bir ben yokum içlerinde… “Nereye Türkiye’m nereye?!”
Kendi adıma, sadece “Cumhuriyet”in mükemmelini sevebilirim, az ile yetinemem…
Demokrasinin bütün kurum ve kurallarını yaşatmayı başa almış bir cumhuriyeti sevebilirim ancak, kusurlusuna övgü düzemem!
Yüzyıla yakın zamandır içinde yaşadığımız bu düzen, bu cumhuriyet düzeni, bir türlü demokratik cumhuriyet haline gelememiştir, aklımı yitirmedim, o gün bayram edemem!
Neden kusurludur bizdeki cumhuriyet?
Cumhuriyet yapısının temelinde “Tek Parti”nin altı oku vardır ve altı okunda her ok bulunur da, “demokrasi” oku yoktur. Oysa o yapıyı ilelebet ayakta tutacak, gelişip güzelleşmesini sağlayacak demokrasi oku değil midir?
“Cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik ve milliyetçilik, devletçilik ve inkılapçılık” okları nereye atarsan oraya gider. Oysa çağdaş demokrasinin “Eşitlik, ifade hürriyeti, katılımcılık, çoğulculuk (çoğunlukçuluk değil), şeffaflık vd…” olmazsa olmaz ilkeleri vardır.
Ülkeler, bu ilkeleri hayata geçirdikçe gelişir, güzelleşir.
Bir ülkenin temelinde demokrasi yoksa, yüz senedir bu eksik giderilmemişse, “teferruat” olmaktan çıkarılıp öncelik demokrasiye verilmiyorsa; ne Atatürk sevgisi, ne Cumhuriyet aşkı ne de “toprağın kan ile sulanmış” olması bizleri kurtaramaz!
İnsafa gel! Bu Cumhuriyet her bakımdan başarısız olmuştur, demek, haksızlık olur.
Cumhuriyetimizin bir “Tek” başarısı vardır, seksen milyona “Tek Adam” aşkını aşılamıştır. Bugün de isteyen istediği tek adama “delicesine aşık” değil mi?
Çok partili(!) “antidemokratik” hayatımızda iktidar ve ana muhalefet fikirleriyle değil, “tek adam” aşkıyla yarışmıyor mu?
“Ulu Önder” ve “Büyük Reis” aşıklarının kavgasıyla memleket felaketten başka hiç bir yere varamaz…
Handan Sermet’i örnek almalı, ne olursa olsun “Cumhuriyet”i sevdiğimizi değil, “Nasıl bir Cumhuriyet” istediğimizi ısrarla dillendirmeliyiz:
“Evet, Cumhuriyet, ama illâ ki bugüne kadar tatmadığımız bir “Demokratik Cumhuriyet!”, yeni bir cumhuriyet…
Bir rica: Handan Sermet hanımın izini sürebildiğim kadar sürdüm, bir yere varamadım. O tarihlerde mimar Tahsin Sermet Bey var İzmir’de; Milli Kütüphane ve Borsa binalarını tasarlayan… Handan Sermet ile ilişkisini de bulup çıkaramadım. Tahsin Sermet’in oğlu caz dünyasında tanınan Cüneyt Sermet, onun da oğlu ünlü piyanist Hüseyin Sermet… Varabildiğim, bulabildiğim bu kadar. Daha fazlasına erişebileceklerden himmet … Ve mimar Tahsin Sermet 1933 sonlarında İzmir’den ayrılıyor!