Evet nihayet geldiler… Bunca feryatlardan, şamatalardan, yaygaralardan sonra nihayet Fındıklı Sarayı’nın debdebeli salonlarında toplanıp, konuşmaya, dertleşmeye, halleşmeye muvaffak oldular. Hoş geldiler sefa geldiler. Lakin orada bir toplanı vermekle her iş bitti mi?.. Bundan sonra; reaya (1) güvende ve rahat, cihanı baştan ayağa Turani (2) deyip artık vatanın geleceğinden endişe etmeksizin huzur ve sükun içinde yaşayabilecek miyiz?..

Biz kendi hesabımıza bir mebus olsaydık; evvela Meclisi Mebusan’ın acilen toplanması için bilinmeyen ve icat edilen veyahut meclisin varlığıyla çözülü verecekleri işleri düşünür, ondan sonra da şu yirmi güne yakın zamanda gösterilen faaliyeti göz önüne getirir, başımızı utançla önümüze eğmeye mecbur kalırdık.

Hakikatte neydi o telaş, o heyecan, o ateş, o koruyculuk hali? Sanki memleketin başına gelen felaketlerin, çektiğimiz dertlerin, acıların, gözlerimizi ve kalplerimizi yakan bunca faciaların tek sebebi mebus efendilerin maroken sıralarına kurulamamalarıydı. Onlar gelince her şey düzelecek; bütün belalar kasırgaya tutulmuş bir serçe kümesi gibi havalanıp uçup gidecekti. Ocakçıların (3) bütün iddiaları hep bu esas etrafında toplanıyordu.

Geçirmekte olduğumuz bu yoğun buhran içinde milleti  hakkıyla temsil edecek bir meclisten gerek iç siyaset ve gerek dış siyaset bakımından pek mühim faydalar temin edilmesi tabii idi. Bütün millet ve bu arada tabiiki muhalifler de on senelik evet efendimci ve dört senelik karaborsacı, tehcirci meclislerin yerine meşru, makul ve bilhassa usul ve kanuna uygun bir yasama kurumunun bir an evvel toplanmasını istiyorlardı. Çünkü on senedir çobansız sürüye dalan aç kurtlar gibi kanını, canını emdikleri millet; temiz adına en kötü cinayetler, kötülüklere alet edilen Osmanlılık ve Türklük camiası ancak bu sayede; cellatlarından, katillerinden hesap sorabilecekti. Çünkü Avrupa ancak böyle hakiki bir meclisin desteğine erişen kuvvetli bir hükümetle esaslı ve adil bir barışın görüşmelerine girişebilirdi.  Evet bunlar birer hakikatti.

Fakat!.. Bunun için meclisin; bu nama yabancı olmaması ve layık olması şarttı. Fikrimizi izah edelim: Kim ne derse desin başımıza gelen belaların, bu kadar müthiş bir uçuruma yuvarlanmaklığımızın, medeni dünyaya karşı belalı bir kir ile lekelenmekliğimizin yegâne sebebi İttihatçı ve maceracı vekiller ile onları alkışlayan, onlara sualsiz ve cevapsız körü körüne destekleyen İttihatçı ve karaborsacı mebuslardı. Binaenaleyh bizim ilk ve son yapacağımız iş milleti dostlar ve yabancılar nazarında sevimsiz hale getirmek için veki mevkine çıkmış o büyük yağma haydutlarını başımızdan defettikten sonra İttihatçılığa kesinlikle karşı olan bir milli meclisi toplamak olacaktı.

Mebuslar kendilerinin en büyük ve en birinci vazifelerini ifa edebilecekler mi?

Bunun içinse; seçimlerin her türlü etki ve aldatmadan uzak bir surette yapılması ve bu yüce işe burnunu sokmaya çalışacak İttihatçıların merhamet etmeksizin ve aman vermeksizin ezilmesi icap ederdi. Bittabi bu şekil altında cereyan edecek seçimlerde ne tehcirciler, ne topluca insan öldürenler, ne kızıl İttihatçılar, ne eşkıya reisleri, ne karaborsacılar; özetle milletin kan kustuğu karanlık senelerde reislik etmiş çete kodomanlarının Türkiye’sini okuyanlar yeni meclise giremezdi.

Böyle saf, lekelenmemiş, cidden vatanperver; haydutluk devriyle hiç temasta bulunmamış mebuslardan oluşacak bir meclisin en birinci vazifesi Türk milletinin bütün o kana bulanan senelerin facialarından asla sorumlu ve zengin olmadığını; o harekata, o rezaletlere gönüllü olarak ve rızasıyla iştirak etmediğini medeni dünyaya karşı belirgin bir biçimde ilan etmek ve sonra … zamanı tasfiye ve cezalandırma hamlesine girişecek kuvvetli, azimkar, demir yumruk bir hükümete şeref verecek, bizde de bütün medeni memleketlerde olduğu gibi bir mesuliyet ve bir ceza olduğunu sözde değil fiilen ispat etmek olurdu. Sulh konferansı huzuruna bir elimizde harp ve faciaların sorumlularının mahkumiyet tutanakları ve diğer elimizde temiz milletimizin masumiyet beratı olduğu halde girebilseydi hiç şüphesiz müdafaa delillerimiz daha kuvvetli olur; delegelerimiz daha yüksek ve daha açık bir alınla iş görebilirlerdi.

İşte biz ancak böyle bir meclis ile ve böyle icraatla belki selamete çıkabilirdik. Fakat heyhat! Bu yapılmadı, yapılamadı. Bilakis vaziyetimizi daha da belirsiz hale getirmek için ne yapmak mümkünse fazlasıyla yaptık. Sopalı, tehditli –tabii ki İttihatçı usulü- bir seçim yaptıktan sonra gerçi bir meclis topladık ve sanki çoğunluk olmadan bir iş yapılabilirmiş gibi alelacele açtık… Fakat, nasıl bir meclis, yarabbi nasıl bir meclis!

Bari hiç olmazsa şu daha geçenlerde feshedilen son harp meclisinde çete hükümetini senelerce göklere çıkarmış olanlar, onların her hareketini millete aynı keramet diye yutturanlar bulunsaydı!.. Halbuki içlerinde neler ve kimler var? Biz bunlara mebusumuz demeyi kabul ederek kendimizi aldatsak bile dost ve düşman buna inanır mı? Ne cahilce bir komedya oynuyoruz?

Fındıklı Sarayı yaranı; iki üç defalık toplantılarında nasıl bir ruh hali içinde bulunduklarını pek anlaşılır bir surette ortaya koydular. Seçimlerde büyük yolsuzluklar yapıldığı İçişleri Bakanlığı’ndan resmen tebliğ edildiği halde haklarında soruşturma olan mebuslar hakkında yapılmakta olan tahkikatın neticelenmesini beklemeyi bile gereksiz saydılar. Hem bunun için buldukları sebep de ne güzel, ne mantıki! Şikayetler yalnız bir şehrin mebuslarına değil diğer bir çok şehirlerin mebuslarını da ilgilendiriyor. Hepsi hakkında tahkikat yapılması beklenirse meclisi uzun bir zaman için açmak kabil olmayacak. Ondan ötürü hükümet işini göre dursun, hemen o şahısların da mebuslukları yasallaşmalı. Kabul, kabul! Canım, belki bu şikayetlerin bir aslı vardır, belki o tahkikattan söz konusu mebus aleyhinde bir netice hasıl olur… Zarar yok!

Hıristiyanlıkta ruhani reislerin affına nail olan günahkâr nasıl bütün suçlarından arınırsa, bizim meclisimizin bir kabul kararı da bütün geçmiş paklar, temizler!..

Evet işte biz bu şekilde bir meclis topladık. Bu meclisin kendisine yöneltilen en birinci vazifeyi; temizlik ve cezalandırma vazifesini ifa ederek milleti teselli etmesi ve  temize çıkarmasına nasıl imkan tasavvur edilir ki, eğer böyle bir kere teşebbüs edilse işe her şeyden evvel yine bu mecliste başlamak lazım gelecek.

Evet geldiler, toplandılar ve bittabi her şey fenadan betere doğru yürümekte devam ediyor. Biz bu neticeyi bildiğimiz için hiç hayret etmiyoruz. Ümitsiz ve kederli de değiliz. Çünkü ilahi adaletin er veya geç tecelli edeceğine kati bir iman besliyoruz.

Refii Cevad, Alemdar başyazı, 29 Ocak 1920

foto: Fındıklı Çifte Saray (Meclisi Mebusan)

not: Refii Cevad 1890 Şam doğumludur. Galatasaray lisesi mezunudur. 1909’da Alemdar gazetesini çıkartır.1914-1918 yılları arasında İttihatçılar tarafından Sinop, Çorum ve Konya’ya sürülür. İttihatçılar ve Ankara aleyhindeki yazılarından dolayı “Yüzellilikler Listesi”ne alınır (1922) ve  yurt dışına sürülür, ancak 1938’de “af”la döner. Yeni Sabah gazetesinden sonra köşe yazarlığına 1953’ten itibaren Milliyet’te devam etmiş, 1968de vefat etmiştir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s