Rum gazeteleri Genç Türkler’in (1) bütün Osmanlı unsurlarını birleştirerek hepsini Türk yapmak gibi bir fikre bağlandıklarına karar verdikten sonra kendilerinin hiçbir zaman milliyetlerini unutmayacaklarını emin oldular ve ilân ettiler.
Bu kesin kanıya ve açıklamaların hiçbir gereği yoktu zannediyoruz. Çünkü Genç Türkler’in hiçbirinde Rum’u, Ermeni’yi, Bulgar’ı Türk yapmak fikri mevcut değildir. Artık yirminci yüzyılda bir topluluğa zorla milletini unutturmak uygulanması olanaksız bir şey olduğunu tarihteki olaylar ile azıcık meşgul olanlar bilebilir. Lehliler (2) bu kadar özel önlemlerle boyun eğdirildiği, hatta ana dillerinden dahi mahrum bırakıldığı halde hâlâ milletlerini korumuşlardır.
Memleketlerinin ihtiyaçlarını, çıkarlarını pek güzel değerlendiren Genç Türkler’in uygulanması olanaksız olduğu kadar, vatanları için zararlı tartışmalara, düşmanlıklara meydan vereceği doğal olan böyle bir ham hayale kapılmayacaklardır. Dinleri ortak olan topluluklarda bile ırk ve millet kolay kolay birleşemezken, araya bir de din farkı girince bunun bütün bütün uygulanmasının olanaksız olduğu açıktır. O halde niçin Rum basını bizim kendi milletlerine tecavüz edeceğine ihtimal verdiler? Niçin bizim makalelerimizin altında böyle gizli bir maksat bulunduğunu iddia ettiler?
Çünkü Rum kamuoyunu şaşırtmak, onlara topluluklarının tehlikeye düşeceği korkusunu vererek bu heyecan içinde her dersi anlayabilecek bir ruhsal durum oluşturmak istiyorlardı. Rumlarla Müslümanların ve öteki Osmanlı unsurlarının birliği Yunan emellerine büsbütün bir darbe indirirdi. Bu örneğe benimseyen Yunanlı gazeteler için doğal olarak bütün Osmanlı unsurlarının mertçe ve hilesiz bir birlik ile anlaşmış olmaları arzu edilir bir şey değildi. İşte bunun içindir ki safdilleri milliyete, Patrikhane’ye, hatta ihtimal ki inançlarına bile tecavüz korkusu altında heyecana sürüklediler.
Genç Türkler gayrı müslim vatandaşlarından dillerini, milliyetlerini, mezheplerini terk etmeleri gibi bir fedakarlık talep etmezler ve etmeyeceklerdir. Onlardan bekledikleri şey kendilerini bu devletin, bu vatanın evlâdı bilip, bu vatanın, yalnız bu vatanın yararı, kurtuluşa ermesi için çalışmaktır. Gayrı Müslim vatandaşlarımız bunu kabul ettikleri takdirde arada hiçbir yanlış anlama kalmaz, tartışma da biter.
Fakat şimdiye kadar incelediğimiz siyasi programlarda bir takım emeller gördük ki Osmanlılığı adeta parçalamakla eştir, uzak yakın bir gelecekte bu sonuca erişmek için ileriye sürülmüş gibidir. Örneğin anadil meselesi. Hükümet dairelerine herkesin istediği dil ile başvurması hakkının verilmesini istiyorlar. İnsanların birbirlerini sevebilmeleri birbirlerini anlamalarıyla, ilişkide bulunmaları koşuluna bağlıdır. Bunun en birinci aracı da dildir. Bu memlekette yaşayan unsurlar birbirlerinin dillerini bilmezlerse birbirlerine arzu ettiğimiz derecede ısınmaları olanaksızdır.
İstanbul’da doğmuş büyümüş orta halli hatta fakir bir çok Rum(Kürt) vardır ki beş on kelimeden fazla Türkçe bilmezler. Biz bunlara zorla Türkçe öğretmeyeceğiz, fakat bunları Türkçe öğrenmekten bütün bütün de uzaklaşmış bulunduramayız. İşte milleti hakime meselesi burada kendini yine hissettiriyor. Bu hükümet Türk ve Müslüman hükümetidir. Devletin resmi dili Türkçe’dir. Buna karşılık her unsura mensup olan hükümet memuru Rumca, Bulgarca, Ermenice (Kürtçe) öğrenecek değil. Hükümetle alış verişi olacak Rum, Bulgar, Ermeni (Kürt) Türkçe öğrenecektir.
Sonra özerklik meselesi: Bu fikir Ermeni, Bulgar, Rum (Kürt) programlarında pek doğru bulunup yer alıyor. Biz bu görüşleri de kabul edemeyiz. Özerklik bütün kapsam ve işaretleriyle uygulanırsa (Sakız, Midilli ve saire gibi adalar münhasıran Rumların elinde kalacaktır)… O halde bu cezirelerin (Güneydoğu ve Musul ve Kerkük’ün) birer Girit’e benzemeyeceğini bize kim temin eder? Türk’ün sözüne kulak vermekten bütün bütün kurtularak Yunan(Kürt) yayınlarının etkisi altında kalan bu adalar (yerler) birer olgun meyve gibi Yunanistan’ın(Kürtlerin) avucuna düşmek için en uygun fırsatı bekleyecektir. (Adalar Denizi’nde korkulan bu hal Makedonya’da, ta Anadolu’nun şarkında da vukua gelecektir.)… Bugün özerkliği uygulamak ileride vatana yapılacak acı veren cerrahi müdahale hakkımızı şimdiden kendi elimizle iptal etmeye benzer. İşte hakimiyeti milliye meselesi yine tesirini hissettirecektir. Bu devlet Türk ve Müslüman devletidir (abç). İlelebet bu halde kalacak, Türkiye’deki birbirine benzemeyen unsurlardan bazısının malik olabileceği özel emeller içinde memleketin tebdili şekil ve durumunu değiştirmelerine izin verilmeyecektir. (3)
Geçende bir defa daha konu ettiğimiz hakimiyeti milliye esasının yanlış yorumlanmaması için amacı bir daha açıklamak fırsatının gelmiş olduğunu görüyoruz. Hakimiyeti milliye Rumları, Ermenileri, Bulgarları, Musevileri(Kürtleri ve diğer unsurları) siyasi haklardan mahrum bırakmak anlamına yüklenmemelidir. Anayasal düzenin ancak eşitlik ve adalet ile uygulanabileceği açıktır. Hakimiyeti milliye devletin hükümeti oluşturmasına zıt giden bazı yerlerde Türklüğün ve İslâmiyetin korunması biçiminde yorumlamak gerekir. Zaten otuz milyona yaklaşan Müslüman nüfus içinde gayrı Müslim (Kürt ve diğer) unsurların tümü altı (0n-on beş) milyonu aşamadığından çoğunluk daima Müslümanlarda(Türk-Sünni Müslümanlarda) kalacak, bundan ötürü hakimiyeti milliye çoğunluğun arzusundan ibaret bulunacak demektir ki anayasal yönetimin de çoğunluk oyları üzerine kurulmuş olduğu düşünülürse bu kavramda gayrı Müslim anasırlar(Müslüman-Türkler) için korkacak bir anlam bulunmadığı teslim edilir.
Şu halde (Türkiye) unsurlarının birliği için ortak bir uyuşma zemini neden ibaret olacaktır?
Bu “Uyuşma zemini kişisel ve siyasi haklarda tam eşitlik”ten ibarettir diyebiliriz. Gayrımüslim vatandaşlarımız bir kere hakimiyeti milliyeyi Türkiye’ye çizdiğimiz hudut dairesinde zihinlerine yerleştirilmeli. İkinci olarak bu devletin zayıflama ve çökmesinde fayda bulmak fikrini eğer varsa zihinlerinden çıkarıp, Osmanlılık(Sünni Müslüman Türklük) harcında, başka her türlü ilişkiyi kesip bir Osmanlı(Sünni Müslüman Türk) temizliğiyle ortak vatanın yükselmesi ve ilerlemesine çalışmalı, kendilerinde ne kadariyi niyet eseri görürsek kendilerine göstereceğimiz sevgi ve bağlılık o kadar artacaktır.
Bu amacı sağlamak için bütün anasırı Osmaniye’nin(Türkiye’deki unsurların) birlikte yer aldığı bir kulüp oluşturulsa ve bu kulüp adına yayın çıkarılsa, toplantılar, eğlenceler, konferanslar düzenlense bir takım gazetelerin saldırı sebebi olarak ortaya koydukları yanlış anlamalar kolaylıkla giderilebildiği gibi istenilen bir birlik, sevgi ve dostluk alanına doğru yol almakta çabuk adımlar atmış olur.
Foto: İstanbul’un Tatavla mahallesini “Kurtuluş” mahallesi yapan 21 Ocak 1929 yangınından…
Hüseyin Cahit, Tanin, 2 Kasım 1908
Foto: Malatya, Arapgir, 1922 öncesi.
- Jön Türkler: İttihatçılar “yarı yerli ve yarı milli” olan bu adı pek sever ve öyle adlandırılmaya itiraz etmezler.
- Polonyalılar
- Bu başyazı ve bu cümledeki görüşleri n,İttihatçı Doktor Nazım’ın (talatulusoy.com, masal-25)deki görüşleri ile birlikte değerlendirilmesini öneririm.
Not: Lütfen, Rum veya Yunan yerine (Kürt) koyun, Jön Türk yerine ((Yeni Türkiye kadroları) koyun ve benzer güncelleştirmeleri yaparak tekrar okuyun. Yerli ve milli İttihatçı zihniyetin ne kadar sağlam ve sindirilmiş olacağını göreceksiniz. Ayrıca, talatulusoy.com sitesinde (masal 25)teki İttihatçı Doktor Nazım’ın sözleriyle birlikte düşünün.
Yada Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin yerine Alevileri koyarak okuyalım. Neredeyse yüzde 90 ı Kemalistleşmiş , türkleşmiş (Asimile olmuş) Aleviler buna rağmen hala imha edilecek hedef durumundalar.
Türk demek Müslüman demektir. Çünkü Türklük İslam üzerinden gerçekleştirildi…
BeğenBeğen