Dünkü olaylar özetlenmek istenilirse dile gelecek en yalın ifadeler budur: Yaşasın asker! Evet, Osmanlıların namuslu, özgür, anayasal düzenine hizmet eden kahraman ordusu yaşasın. Çünkü bu millet o ordunun gayretli kalbi ve (silinmiş bir kelime) dimağı yaşadıkça yaşayacak, milletin namusu o ordunun mertçe hareketiyle korunacak, ülkenin güvenliği can vermeye her zaman hazır bu kahraman ordunun vücuduyla sağlanacaktır.
Dün Babıali civarlarından bir yiğitçe cesaretle uçarcasına geçen, hemen görevine koşan asker imanlı kalpleri bir iftihar hissi ve itimatla kabartıyorlardı. Gözler sulanıyor, “yaşasın vatan!” sözleri ister istemez ağızdan fırlıyordu. Ve bu heybetli ağırbaşlılık ile geçen askeri gördükçe evet, bu millet yaşayacaktır, yüce ve mesut olacaktır güveni kalbe geliyordu. Çünkü şakaya gelmeyen bu Osmanlı askeri artık istibdat pençesinde ruhunu, kimliğini, şiir gibi özünü kaybeden eski ordu değildi. Güvenliği, meşrutiyeti, vatanın geleceğini korumaya her an hazır hürriyet ordusuydu. Onun için alkışlanıyordu. Bunun için bir askerin ayağı altında binlerce gösterici eziliyor, çekiliyordu. Çünkü biri kanun ve adaleti, diğeri tecavüz ve kötülüğü teşhis ettiriyorlardı. Onun için biri alkışlanıyor, diğeri ayıplanıyordu.
Dün İstanbul iki farklı sahneyi sunuyordu. Sabahleyin bir taraftan Rumların Beyoğlu’nda gösterileri var, dükkanları kapattırıyorlar, toplanıyorlar haberi geliyordu. Diğer taraftan İstanbul mahallelerindeki hürriyet bayramlarının, seçim şenliklerinin ayrıntısı hikaye ediliyordu.
Mızıka sesleri milli havalarla kalpleri tahrik ediyor, Osmanlı sancakları yüzyılların hatıraları arasından kahraman ecdadımızın kahraman geçmişini ve yüceliğini hikaye ederek ruhumuza hapsedilmiş Türklük asil duygusunu uyandırıyordu. O muhteşem, tantanalı alayların ağırbaşlı ve edepli akıp gitmesi kimliğine ve kişiliğine hürriyet ve meşrutiyet fikirlerini kazıyordu.
Dört ay evvel dünyada her şeyin olacağına ihtimal verilebilirdi. Belki dünya alt üst olur, fakat dile getirilmesi yasak olan hürriyet, anayasa, Osmanlı mebusu kelimeleri böyle sokaklarda milli bir bayram içinde yüceltilerek ve kutsanarak seçimler için şenlikler tertip olunsun, buna inanılmazdı. Henüz ilkokulda bulunan mini mini yavrularımızın bile bu alaylara, bütün masumlukları içine katılmalarıyla başka bir soylu temizlik bahşediyorlardı. Bu hürriyet ve adalet nağmeleri onların ağzından çıktıkça ruhu başka bir zevk ile okşuyordu ve dünyada en büyük emelimiz husule geliyordu: Çocuklarımız hürriyet havası içinde büyümeye, eğitim görmeye başlamışlardı.
Bugün vatanda bu hürriyetçi hareketi hazırlayanlar istibdadın kahrına, zulmüne, … rağmen çalışmış, kendiliklerinden yetişmişlerdi. İnsanlık ve medeniyet düşüncelerinden mahrum kalmaları için ne lâzımsa istibdat hükümeti onu yapmıştı. Böyle olmakla beraber Osmanlı halkı bize soyluluğunu göstermiş, ilerleme kabiliyetini korumuştur.
Halbuki çocuklarımız daha dünyayı ilk sezdikleri dakikadan itibaren böyle seçim alayları şiirlerisöyleyerek, mübarek Osmanlı bayrağına sarılarak yürüyorlarsa, etraflarında hürriyetten, meşrutiyetten başka bir şey görmezlerse, elbette bu vatanın geleceğinin adamları vatana daha lâyık bir hizmetkâr olurlardı.
Sokaklarda tam bir şenlik ve sevinç içinde dolaşan bu alaylarda göze çarpan bir nokta daha vardı. Eksiksiz saygı ile süslenerek baş üstünde taşınan sandıkların arkasında resmi elbiselerini giymiş oldukları halde ileri gelen din alimleri ile Ermeni ı ruhani reislerini yan yana gördük. Hürriyetin ilk ilanı günlerindeki yüce dostluk duygusunu hatırlayarak memnun olduk. Çünkü biz bütün anasırı Osmanlı unsurlarını böyle birleşmiş ve ittifak etmiş görmek isteriz. Gayrı Müslim vatandaşlarımızın dinlerine, kavmiyetlerine kötü söz söylemek bizim hayal ve hatırımızdan dahi geçmez.
Mamafih dinlerin ayrı olması birlik olmamak için bir sebep teşkil edemez. Çünkü bugün anayasa, eşitlik ve hürriyet etrafında hep birleşebiliriz. Bugün şimdiki medeniyetin dayanağı olan bu esaslar Osmanlı saygıdeğer adı altında her türlü unsurun mesut ve birleşmiş olarak yaşayabileceklerini de sağlayabilir.
Bu birliğin oluşmasının ne suretle olacağını dünkü iki zıt resim pek açık bir surette göze çarptırıyordu. Bir tarafta iyi niyete ve samimi davranışa delil olacak surette Ermeni ruhani reisleri ve İslam alimleri ile yan yana, müttefikan yürüyor, diğer tarafta Rum ruhani reisleri memlekette karışıklık çıkaracak yolda cahil halkı teşvik ve tahrik ederek Babıali civarına, hükümete, kanuna karşı gösteriye gönderiyor! Dün ihtimal ki esef edilecek bir hadise doğabilirdi. Çünkü göstericilerin hepsi revolver ile silahlıydı. Bir kişinin heyecanlanması sonucu ufak bir tecavüzleri olsa elbette kendilerine aynı suretle karşılık verilecek, kanuna karşı gelinecekti. Bunun manevi sorumluluğu ise o teşvik edenlere aitti.
Gayrı Müslim unsurlar bu vatan hakkında kötü niyet beslemeyip de yalnız hak ve adalet isterler ise Müslüman unsurlar her vakit kendilerine yiğit ve yardımsever kucağını açar. Fakat Rumlar gibi çıkmaz yola sapacak olurlarsa onlara da “Siz bilirsiniz!” diyerek küçümseyerek başını çevirir. Rum unsuru emin olmalıdır ki bu memlekette Yunanlılık düşüncesinin kaynağı olan ruhani reislere, gazetelere kapılarak yapacakları kötülüklerin, patırtıların zerre kadar hükmü olamaz. Artık Osmanlı hükümeti böyle kuru gürültülerden korkacak şekil ve mevkide değildir.
Maalesef bu yalın hakikati anlayamadıklarını görüyoruz. Bunu anladıkları gün rahat edeceklerdir. Çünkü o zaman hürriyet yönetimine güçlük çıkarmaya kalkamayacaklar, kimsenin haklı ayıplamasıyla karşılaşmayacaklardır. Tarafsız ve hakikate yana bir kimse tasavvur olunabilir mi ki dünkü göstericilerin isteklerindeki temelsizliği bilmesin ve kendilerini şu hareketlerinden dolayı kötülemesin!
Rumların sonunda yapabilecekleri seçimlere katılmamaktır. Kendi kendine seçim hakkından vaz geçenler o hakka layık olmayanlardır. Kanun isteyenler kanundan ayrılmazlar, yaygara ile kanun değiştirilebileceği ümidini beslemezler. Maksatları güvenliği bozmak ise bundan da bir şey hasıl olamaz. Çünkü Osmanlı askerinin kahramanca hücumlarını pek ala bilirler. Bu hareketleriyle bir yabancı müdahaleyi davet imkânı da yoktur. İçlerinde hala böyle çevrelere kapılanlar varsa acırız ve tam bir samimiyetle artık şu uğradıkları muamelelere uymalarını tavsiye ederiz. Çünkü ısrar ettikçe ziyan göreceklerdir. Bugün tam bir yüce büyüklükle kendilerine iki mebus veren Türkler gördükleri bu şımarık muamelelerden rahatsız olurlarsa bu hatırşinaslığa da sonra kendilerini mecbur saymazlar!
Hüseyin Cahit, başyazı, 10 Kasım 1912 Tanin