Kurtuluş”tan beş ay önce Ankara’ya bir “barış” teklifi iletilir. Bu hakikat “resmi tarih” sayfalarında görünür kılınmaz.

22 Nisan 1922 tarihli Ankara Meclisi 32’nci gizli oturumunda[1] tek gündem maddesi; 3 Mart 1922 tarihli bu barış teklifine verilecek cevaptır.

Önce Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in imzasını taşıyan (Tengirşek) cevap taslağı okunur:

Üç Devlet hariciye nazırları (dışişleri bakanları) muhasamatın  (düşmanlığın) derhal tatilini (durdurulmasını) musırrane (ısrarla) tavsiye ederken «Şarkı Karib’de (Yakın Doğu’da) sulhu iade etmek ve yenliden can ve mal zayii etmeden Asya’yı Suğra’nın (Küçük Asya/Anadolu) tahliyesi (boşaltılması) için teklifatta (önerilerde) bulunabilmek» maksadını takip eylediklerini beyan ediyorlar (açıklıyorlar). 26 Mart 1922 tarihli esasatı sulhiye (barışın esasları) notasında da mütarekenin “Yunan kuvvetleri tarafından Asya’yı Suğra’nın sureti muslihânede (barış yoluyla) tahliyesini (boşaltılmasını) ve bu havalinin mecmuu (bütünü) üzerinde Türk hâkimiyetinin iadeten tesisini (geri verilmesini) temin etmek niyeti sarihasiyle (açık isteğiyle) yapılmış olduğu” zikredilmektedir (hatırlatılmaktadır)” ( T. B. M. M. Gizli Celse Zabıtları, 32nci İnikat, 2, 3 ncü Celse, 22 Nisan 1338 (1922), s.275

Çok açık, çok anlaşılır bir barış önerisi değil mi? Özetlersek: Ateşkes ilân edilsin, savaş dursun, barış görüşmelerinin ayrıntısına girilmeden önce Anadolu boşaltılsın…

Hükümet taslağının sonuna doğru barış önerisine yer verilir:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tahliye hususundaki talebi esasinin büyük bir mikyasta (ölçekte) tatmini hakkındaki beyanattan müteşekkir olmakla beraber … mütareke ve tahliyeye aynı zamanda başlanması lüzumunu tekrara kendini mecbur görmüştür…” (Age s.276)

Yani, hükümet fikrinde inat ediyor:  “Hemen tahliye yoksa, barış da yok!

Soykırım ve savaş suçlarından kaçmış, Ankara’ya sığınmış olan “savaşçı” İttihatçı seslerin karşısında, az sayıda “barış” diyen vicdan sahipleri de vardır.

Bunlardan biri, Sivas mebusu, Emir Paşa, meseleyi can evinden yakalar:

Biz bunları ne vakit olsa tahliye ettireceğiz. Fakat sulha oturmadan Düveli İtilâfiye’ye (İtilâf Devletleri’ne) bunda ısrar etmek acaba bir zaaf tevlit eder mi (zayıflık doğurur mu)?.. Burada ısrar kaydı koymak doğru değildir… Yani sulh yapmamak gibi bir fikir işrab etmesin (sanısı uyandırmasın) … Mademki bu müzakere ihzaridir (hazırlık görüşmesidir), ihzari olacağına göre burada ısrar kaydı koymak doğru değildir…” (age s.281)

 Barış istememek sanısı bir yana, açıkça “zafer” arzusu sergilerHariciye Vekili Yusuf Kemal Bey cevabında:     

Bunda ısrar etmekle zaafımızdan ziyade (zayıflıktan çok) kuvvetimizi göstermek istiyoruz… Fakat kuvvet istimalinden (kullanmadan) evvel her türlü vesaiti sulhiyeye  (barış araçlarına)müracaat etmeye kendimizi, mecbur demesem de, o suretle hareketi muvafık (uygun) göstermektir…”(age s.282)

Üç İtilaf Devleti ve Yunanistan neden ateşkes ve barış önerisinde bulunur? İngiltere, Fransa ve İtalya savaştan bıkan halklarından ve özellikle Sovyet Devrimi’nin dünyada estirdiği fırtınadan korkmaktadır… İngiltere’nin Anadolu’da savaş ateşine ittiği Yunanistan bir an evvel bu yangından kaçıp kurtulmak istemektedir. Bu fırtına ve yangın, Anadolu’nun yanmaması için, barış için bir şanstır.

Ateşkes ve barış önerisine soğuk bakanlar kimdir? Osmanlı’yı Dünya Savaşı’na sokan, Ermenilere soykırım yapan, savaşta yenilen ve İstanbul ve İzmir’in işgaline sebep olanlardır. Onlar yargılanmaktan kaçmış savaş suçlularıdır.

Barış, “zafere tapanlar” yüzünden kaçtı.

Bugün de barış “zafer sevicilik” yüzünden yeşeremiyor bu topraklarda.

 “Keşke BARIŞ gelseydi, keşke kanlı yangınlı zaferler olmasaydı, keşke çocuk-kadın-yaşlı binlerce Hıristiyan’ın öldüğü günü “kurtuluş” diye kutlamasaydık” …

Keşke 1924’te” Lozan Pazarlığı” ile değil de, 1992’de “Anadolu Barışı” ile bayram edebilseydik…


 

KEŞKE 30 Ağustos “BARIŞ BAYRAMI” Olaydı!” üzerine 2 yorum

  1. Canim abicim tüm düsüncelerine, görüslerine vede tesbitlerine saygi duymaktayim ayrica aydinlanmaktayim. Nazim’in bile kutsadigi bir olaya senin düsüncelerin isiginda bakmak, BARIS’i her seyin önüne koymak en insani düsünce ve durus oldugunua inaniyorum. Ancak keskeleri olayin baslangicina geri götürebilsek, nereye kadar gitmemiz gerekirdi bilemem. Acaba Anadolu hic isgal edilmeseydide bunlar olmasaydi diyebilirmiyiz? Barisin sesi her zaman ciliz kalmakta ne yazik. simdi CHP’liler sana ates püskürebilirler., özellikle Muammer Toprakci hoca. Emegine saygilar abicim

    Beğen

    1. Sevgili yoldaşım Ahmet, merhaba! “Anadolu hic isgal edilmeseydide bunlar olmasaydi” diyebiliriz elbette ve bu bazı dostları memnun da eder eminim. Ancak bu bir “işgal” mi düşünmek gerek. Emperyal savaşa girmiş ve yenilmiş bir imparatorluk var ortada, tıpkı Alman İmparatorluğu gibi. Yenilen taraflara yaptırımlar uygulanıyor; silahtan arındırma, bazı bölgeleri denetim altına alma gibi. Ya da, Adana-Urfa-Maraş bölgelerinde olduğu gibi yurtlarından kovulan Ermenilerin güven içinde dönmelerini ve mallarının iadesini sağlamak gibi… Burada bir dil sorunu ile karşı karşıyayız: Vietnam, Cezayir vb. işgaller gibi bir “işgal?” olmayan İtilaf Devletleri’nin eylemine ne diyeceğiz. Türkçe’de başka ve yerinde bir karşılık yok.
      Bir de Yunanistan Krallığı’nın İzmir’e çıkması var! Oysa İzmir İngiltere’nin sorumluluk alanında, ama Rusya’daki ihtilal bunları öyle korkutuyor ki, işi Yunanistan’a pas ediyorlar. Benim senden bir ricam var: Almanya da işgal (!) edildi. Peki Almanlar buna “işgal” mi diyor, yoksa başka kavram mı kullanılıyor? Sevgiler, selamlar…

      Beğen

talatulusoy için bir cevap yazın Cevabı iptal et