yüzleşme yazıları

“Ölmekte olan bir uygarlığın kucağında sağlıklı bir bebek olarak doğdum…”

                                                        **       **       **

Yukarıdaki cümle ile girer söze Amin Maalouf “Uygarlıkların Batışı” [1]adlı kitabında.

Okunan kitap insanı sardı mı, okuyup bitirse de ondan kolay ayrılamaz, uzun süre baş başa kalırlar, yeri gelir yazar ile koyu bir sohbete dalarlar.

Otuz kadar dizi yazıyla size aktarmak istediğim “Bir Uygarlığın Batışı”, işte öyle kıvamlı sohbetlerin ürünüdür.

İki kişiyle başlar kimi kahve sohbetlerinin misafiri çok olur, bilirsiniz; duyan gelir, seven gelir, kızıp köpüren gelir, işte Maalouf ile sohbette de böyle oldu, böyle de olacak gibi…

Oysa eleştirecek, aydınlatacak, katkı koyacak misafirlerin daha çok olmasıdır arzum…

                                                     **       **       **

Biliyor musunuz, yazar ile, o sağlıklı bebek ile “uzaktan hemşehri” sayılırız.

İkimiz de sırtını dağlara yaslamış iki liman şehrinin çocuklarıyız.

O, kokulu sedir ağaçlarına sığınmış dağların şehrinden; ben iğne yapraklı ağaçların yurdu Nif Dağı’nı sırtlamış, Körfez’in enginlerine selam veren, geçmişi servilerle süslü bir şehirdenim.

Bugün Lübnan dağlarının sedirleri azalsa da yine var; gel gör ki İzmir’in servileri “cami-türbe-mezarlık” ağacı diye şehrimden kovulmuş ve İzmir senin diğer iki vatanın Kahire ve İskenderiye gibi palmiyelerle dolmuş…

Sen Beyrut doğumlusun, yani  “Ortadoğu’nun Paris’i”  olarak bilinen şehirden…

Ben İzmir doğumluyum; yani dün “Akdenizin Paris’i“, veya “Doğu’nun Paris’i” diye bilinen, bugün “adı var kendi yok bir şehir”denim.

Evet, sen iki vatanlı, ancak üç şehirlisin; hem Beyrutlusun, hem Kahirelisin ve öte yandan hem de İskenderiyelisin!

Benim, “adı var kendi yok” şehrimden başka gidecek yerim yok Maalouf!

                                                   **       **       **

“1949’da devlet ile İhvan’ın[2] karşılıklı darbeleri, ne kadar şiddetli olursa olsun henüz gündelik yaşamı etkilemiyordu.  Bu nedenle annem, doğumumdan dört hafta sonra ablamla beni çekinmeden Kahire’ye götürebilmişti… O sırada Nil diyarı bizimkiler için ikinci bir vatandı…”[3] diyorsun.

Senin üç şehrinin önde gelen ortak yanı geçmişlerinde çektikleri acıların benzerliğidir desem yanlış olur mu?

“Evet, yanlış olur!”

Beyrut, “çok dilli, çok dinli, çok renkli” şehir karakterini, dertler ve acılar içinde de olsa, inatla korumaya çalışıyor.

Kahire ve İskenderiye, on yıllardır askeri darbeler ve İhvan[4] arasında otoriter gelgitlerle boğuşuyor

Benim şehrim ise nice acılar çekerek, “çok dilli, çok dinli, çok renkli” zengin bir şehir olmaktan çıkmış, çoktan “kurtarılmış!”bir şehir.


[1] Amin Maalouf, “Uygarlıkların Batışı”, s.11, Yapı Kredi Yayınları 2.Baskı, 2020

[2] Müslüman Kardeşler diye de bilinen İhvan; Mart 1928’de İsmâiliye’de Hasan el-Bennâ tarafından Cem‘iyyetü’l-ihvâni’l-müslimîn adıyla kuruldu… 15 Ocak 1954 tarihinde yayımlanan bakanlar kurulu kararıyla teşkilât siyasî parti kabul edilerek kapatıldı… 26 Ekim 1954’te Cemal Abdünnâsır’a başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunulması İhvân-ı Müslimîn’in tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturur…” Bkz:https://islamansiklopedisi.org.tr › ihvan-i-muslimin

[3] Age,s.20-21

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s