Yüzleşme Yazıları
“İzmir, Doğu ile Batı’nın kafa kafaya geldiği yerdi.”[1]
Bir yerlerden duymuşum, “Tarih efsanelerden arındırılmış geçmiştir” diye.
Bizim resmi tarihimiz ise tam tersidir.
Bir yanında hakikat saklayan efsanelere haksızlık olmasın, ama resmi tarihimiz efsaneler çöplüğüdür, baştan aşağı hakikatsiz “resmi” efsanedir!
Galiba yanlış ifade ettim, bizim “resmi tarihimiz” efsaneler efsanesi bir “kutsal metin”dir, “devlet mabedi”nin kutsal metni…
İslâm’ın farzına ve hatta sünnete aykırı her söz ve hareket gibi, “kutsal metin”in ve devlet büyüklerinin sözlerinin dışına çıkmak günah sayılır, çıkan haindir, lâf eden“cehennemlik”tir.
** ** **
İnsanlarına beş-altı yaşından başlayarak, dünya değiştiresiye kadar efsaneler yutturulan, kutsal efsaneler ile beslenen toplumlardan biriyiz, belki de en önde birinciyiz…
Toplumsal sağlığımız ve hafıza sığlığımızın bozulması bu kötü beslenmeden olmalı.
Yüz yıldır “Tek millet” zihniyetinden beslenen toplum bugün her uzvuyla felç…
Yüz yıldır her önüne geleni “Türk” yapmayı iş edinmiş bir resmi zihniyetten beslenen toplum bugün her uzvuyla felç…
“Demokrasi”yi, eşitli haklı yurttaşların bir arada yaşama hakkını abdestli de olsa, abdestsiz de olsa ağzına zor alan siyasi zihniyetlerin tahakkümü altında toplum her yanıyla felç…
Oysa sağlığına kavuşmasının imkânı tam da senin yazdığında saklı sevgili Maalouf:
“Azınlıklar, çoğunlukla tozlayıcıdır (polen taşıyıcı)… çiçek özü toplarlar… Bütün bunlar haklarında menfaatçi, hatta asalak imajı uyanmasına neden olur. Ama ne kadar faydalı olduklarının farkına ancak yok olduklarında varılır.”[2]
Senin bu satırlarını bir kere okumak yetmedi, döndüm döndüm yine okudum…
** ** **
Ve döndüm, geride kalan Cumhuriyet yıllarını düşündüm…
Evet, “Cumhuriyet”tir gelen, lâkin yüz yıldır demokrasiyi, eşit haklı yurttaşlığı “tehlike” gören bir cumhuriyet…
Evet, “Cumhuriyet”tir gelen, lâkin “yerli ve milli zihniyet” sahipleri, yüz yıldır Osmanlı’dan devraldıkları inançla kan ve toprağa tapmaktadır hâlâ:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır…”[3]
Veya:
“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır…”
Yukarıdaki sözler Mustafa Kemal Atatürk’e aittir denir, doğru mudur? Halklar ayrıntı mıdır, önemsiz midir?
Bu sözlerin Mustafa Kemal Atatürk’e ait olmadığını ispatlayacak veya ait ise “doğru” olmadığını söyleyecek “Sadece Cumhuriyet”çiler var mıdır acaba?
“Mevzubahis olan Cumhuriyet ise gerisi teferruattır” akıl tutulmasına hapsolundu toplumun dikkate değer pek çok insanı. Bu tutsaklıktan kurtulmak, çoklu değerlerin “tozlayıcılığı”na açık olmak gerekiyor.
** ** **
“Bayrak, toprak, vatan” üçlemesinin yanına asla “demokrasi” getirilmemiştir değerli Maalouf!
Altı oklu kurucu ilkelere hâlâ yedinci bir ok, “demokrasi” eklenememiştir!
Eşit haklı yurttaşların demokratik toplumu hedefleyemiyor kurucular! Oysa;
“Uygarlık” toprak değildir, bayrak değildir, mal-mülk değil; toprağın üstünde yeşeren güzellikler; sanat, hüner ve ürünlerdir; dillerdeki renklerdir… Demokrasidir, eşitliktir, ifade hürriyetidir…
** ** **
Beş yüz yıl topraktan gelenle saltanat süren “hâkim millet”, yani Osmanlı sarayı, ayan ve eşrafı kurulu düzen değişmesin, Osmanlı “uygarlaşmasın” diye, dillerin ve dinlerin eşit haklı toplumunda güzellikler yeşermesin diye çok ayak diretir, lâkin değişen dünyanın karşısında daha fazla dayanamaz, istemeye istemeye “Tanzimat” ilân edilmek zorunda kalınır.
Onlar istemese de, beş yüz yıldır İslâm saltanatı altında yaşayan Hristiyan millet, öncesi de vardır ama “Tanzimat” ile birlikte daha çok “polen taşımaya” başlar.
İzmir taşınan bu “polenler” sayesinde sanayide, ticarette, tarımda ilerlemeye başlar. Lâkin bu ilerleme hiç de hoş görülmez.
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” diye “savaş ile, fetih ile, kan ile” övünmeyi devam ettirir Osmanlı ileri gelenlerinin çoğunluğu…
Ama İzmir “övünmez”, çalışır, güzellikte Avrupa ile yarışır hale gelir…
** ** **
“İzmir, Doğu ile Batı’nın kafa kafaya geldiği yerdir” değil mi?
Evet ama sevgili Maalouf, Doğu ile Batı’nın “kafa kafaya” gelmesi, hayra da, şerre de çıkabilir.
İzmir, büyük çoğunluğuyla “hayra çıkmasını” isteyenlerin şehridir. Meşrutiyeti yaşayan ve yaşatmak isteyen şehirdir.
İzmir’in dillerin ve dinlerin bir arada yaşamasını hedefleyen bu meşrutiyetçi gidişini “şerr”e yoranlar da vardır ve onlar çoğunluktur şehrimde.
Onlar mı, yani “İzmir Uygarlığı”nda diretenler mi, yoksa hâlâ “at-avrat-silah”a tapan zihniyet sahipleri mi kurtarıp hayra çıkaracak şehrimi?
Sen ne dersin?
[1] Marjorie Housepian Dobkin, İZMİR 1922, Bir Kentin Yıkımı, Belge Yayınları, 1.baskı, 2012, s.156
[2] Amin Maalouf, age s.37
[3] Mithat Cemal Kuntay