Yüzleşme Yazıları

Ölçü güllerin belleğiyse, bir bahçıvanın öldüğü asla görülmemiştir.”[1]                                                                                                       

Uygarlık güllerinin bahçıvanı öldürüldüğü gün, güllerin belleğinin silindiği gündür sevgili Maalouf! *

Bugün Türkiye’nin, İzmir halkının büyük çoğunluğu, yüz yıldır içinde debelendiği ve bir türlü çözemediği sorunlarının “İzmir’in batan uygarlığı”ndan, solan güllerinden kaynaklanmış olabileceğine henüz ihtimal dahi vermiyor.    

                                                       **       **       **                                                

Bizim “zadegânlarımız” (aristokratlarımız) ve onların kapıkullarının “azınlık”ları yok etme “cihad”larına, önce “istiklâl”, sonra “kurtuluş” dediler, “bağımsızlık” dediler, hatta “devrim” dediler…

Maalesef çoğunluk aldatılmayı, aldanmayı pek sevdi, kabullendi. “Demokrasisiz Cumhuriyet” konforuna razı mı oldular dersin?!

Hani futbolda bir deyim vardır “tam saha pres” diye, karşı takıma öyle bir bastırırsın ki, kendi yarı sahasından çıkamaz duruma gelir. İleri üçlüsü “Milli Eğitim, Milli Medya ve Diyanet” olan Milli Takım, milleti “milli birlik-beraberlik” taktiği ile “tek zihniyet”e öyle bir hapsetti ki, bir türlü kurtuluşumuz için “demokrasi” hücumuna kalkamıyoruz!                                                  

Ben, “Bu İzmir”in silinmiş belleğinin o “gül bahçesi”ni, “O İzmir“i ve “bahçıvanları”nı hatırlayacağına, yeniden “Güzel İzmir” olacağına inanıyorum değerli Maalouf. Gayretim bundandır.

                                                      **       **       **

Sanayileşmiş toplumlara doğrudan erişimi olan vasıflı bir topluluğun varlığı yeri doldurulamaz bir kozdur. Bu erişim, genç ulusu (meşrutiyet-TU) gelişmiş dünyanın kalbine bağlayan bir atardamara benzetilebilir. Bu damarı kesmek saçmadır, kendini sakatlamak ve neredeyse intihar etmek anlamına gelir. Birçok ülke bu hatadan sonra belini doğrultamamıştır.”[2]

Türkiye yüz yıldır uygarlık yolunda “belini doğrultamayan” bir ülkedir.

Bunun başlangıcınınbir “kurtuluş” değil, bir “yok oluş”, “uygarlığın yıkılış” olduğunu kabullenememenin, inkârın sonucudur yüz yıldır ülkenin belini doğrultamaması…

Bir şehrin yanıp yıkılışı “yeniden doğuş” gibi anlatılır hep…

Meselâ “İzmir İktisat Kongresi”, İzmir’in vasıflı topluluğunu oluşturan Ortodoks Hristiyanlar şehirden sürüp çıkarıldıktan, sanayi ve ticareti yok edildikten altı ay sonra “tütün, kuru incir ve üzüm sergisi” ile açılır ve İzmir ve milli tarih bu “İktisat Kongresi” ile övünür!

Yakılan, yıkılan demir döküm fabrikaları, kağıt fabrikaları, un fabrikaları, mobilya  fabrikaları, sabun fabrikaları, pamukyağı, makarna fabrikaları, çimento ve çimento ürünleri imalathaneleri, deri işleme fabrikaları, halı fabrikaları ve incir-üzüm ve tütün işleme atölyeleri, bira fabrikaları ve daha başka irili ufaklı imalathaneler yok mertebesine inmiştir şehirde…

Özellikle Alsancak’ta, bugün 1456-1460-1469-1472 sokaklar arasında kalan adada kurulu İssigonis Demir Çelik fabrikasından söz etmek gerekir. Bu fabrikada her türlü döküm, demir çekme ve dövme demir işleri yapılır. Her türlü tarım aleti ve buharlı tarım makinaları, öğütücü makinalar, sıkma makinaları, çırçır makinaları, zeytin presleri vb. yapılır; Ege sancak ve kasabalarında, adalarda anahtar teslimi, tam teşekküllü buhar gücüyle çalışan fabrikalar yapılır.

”Mini otomobillerinin tasarımcısı Alec Issigonis’in atası,.. Dino Issigonis, 1854’te Osmanlı İmparatorluğu’nun en modern fabrikalarından birini hidrolik pompa ve diğer makinaların imalatı için kurmuştu.”[3]

İssigonis fabrikasında imal edilmiş, on metrelik iki presi olan ve buhar gücüyle işleyen zeytinyağı fabrikası, Midilli’nin Mandamados beldesinde bir müze ve sergi mekânı olarak kullanılmaktadır; 1865 tarihli nizamnameye göre verilen 1884 tarihli fabrika ruhsatı da müze duvarlarına asılıdır.

                                                       **       **       **

Bütün bunları “uygarlık sanayileşmedir, ekonomik büyümedir, zenginleşmedir” diye düşünenler için, düşündükleri uygarlığın yok oluşuna ilgilerini çekmek için yazıyorum. Senin hiç de böyle düşünmediğini elbette biliyorum.

Bizim “uygarlık” denilince anladığımız ilk şey; çok dilli, çok dinli farklı milletlerin eşit haklı olarak bir arada yaşaması değil mi sevgili Maalouf?

Uygarlık, dil farkı bilmeyen, din farkı bilmeyen, hep bir anadan doğmuş ama “çok renkli güller bahçesi” değil mi?


[1] Amin Maalouf, “Uygarlıkların Batışı”, s.11, Yapı Kredi Yayınları 2019

[2] Maalouf age. s38

[3] Philip Mansel, age, s.227

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s