Yüzleşme Yazıları
“İstanbul’u, İskenderiye’yi ve Beyrut’u boş ver. Katastrophi öncesi Smyrna dünyanın en kozmopolit kentiydi.”[1]
Türk Dil Kurumu “Kozmopolit” karşılığı olarak “Çeşitli uluslardan kimseleri barındıran, içinde bulunduran” açıklamasını yaptıktan sonra, bir de “yerli ve milli” ekleme yapar:
“Ulusal özelliklerini yitirmiş kimse…”
Ve, bu ülkede yerleşen anlamı da budur “kozmopolit”in.
Bu bir “dil mühendisliği” rezilliğidir!
** ** **
Doğduğum şehirde dinsel çeşitliliğin yok edildiği ve “tek dinli laiklik(!)”,“devlete bağlı din işleri” (diyanet) ve “Tek Millet” cumhuriyeti kurulduğu göz önünde tutulduğunda ona övgüler düzmek benim gibi “kusurlu”lar için pek kolay değildir.
Ama “okumuş kusursuzlar”ın çoğu düzüyorlar, “ahı gitmiş”, hiçbir şeyi kalmamış Cumhuriyet’e bıkmadan “kof” övgüler düzüyorlar! İçerik sıfır, safi nakarat övgüler…
Bir de sevgili Maalouf, “Şehrimiz Türkiye’deki en uygar şehir” diyen İzmirliler var ki; Kürd’ü sevmez, Afganlı ve Suriyeli’den nefret eder ve hâlâ “kahraman atalarımız kahpe Yunanı denize döktü” diye övünmekten de utanmaz!
“Kozmopolit”likten nefret eder ve hatta İzmirli olmayanı “kültürel alt sınıf”tan görür!
“İzmir Marşı” ezberini yinelemekten bıkıp, geçmişine eleştirel gözle bakmaya başlayabilse İzmir, inanıyorum ki ülkenin her yanını, her yönünü, her şeyini değiştirir, güzelleştirir.
** ** **
“Ama eski bir Alman atasözünün dediği gibi, “Banyo suyuyla çocuğu da atmak” doğru olmaz. Burada “çocuk” derken, en küçüklerine varıncaya dek tüm dinsel toplulukların varlığının kabul edilmesi ve her birinin yasal statüsünün, ibadet özgürlüğünün, siyasal ve kültürel haklarının –kısacası saygınlığının- tanınması fikrini kastediyorum…”[2]
Lübnan kurulurken bu ilkeyi benimsemiş değil mi değerli Maalouf?
Biz cumhuriyet olurken ve olduktan sonra yüz yıldır tam tersini yaptık…
“Tek dil, tek din ve Tek Adam” cumhuriyeti kuruldu ve “tek parti diktatörlüğü”nün çok partili saltanattan “ileri” olduğu ezberletildi.
“Tek Adam”a bağlılık “tek din” haline getirilmeye çalışıldı, adı farklı söylense de, getirildi.
Bir de, demokrasiden nefret edenler, kurumlaşmış demokrasiyi “milli birlik” için tehlike görenler, halkın demokrasiye hazır olmadığı yalanını ısrarla işledi.
“Tek Parti” diktatörlüğüne gerekçe yapıldı bu yalan.
Hâlâ da, seksen sene sonra tek başına iktidar olan “istiklâlciler”, bir başka “Tek Adam” yaratıp, “Tek Parti” olarak kalmanın yolunu arıyorlar.
** ** **
Cumhuriyet ilânından sonra Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan, Osmanlı Demokrat Fırkası’na kadar bütün partiler yok edildi. Türkiye Komünist Partisi’nin yurda dönen yöneticileri öldürtüldü.
1946’da demokrasiye mi geçildi? Biri asker diğer sivil iki İttihatçı eskisini “Kontrollü Cumhuriyetçi Rejimi”ne mi?
Asker İttihatçılar buna bile tahammül edemediler sevgili Maalouf!
Türkiye Cumhuriyeti sağlam bir demokrasi örneği olabilseydi, Lübnan ve diğer Ortadoğu ülkeleri belki de bugün yaşadıkları dertleri yaşıyor olmayacaktı…
Yüzüncü yıla girerken varılan yer şu: “Suriye, Irak ve hatta senin doğduğun Lübnan Osmanlı topraklarıydı, elimizden aldılar, geri almak haktır!”
Biliyor musun dostum, bu topraklara yönelik her girişim “Cumhuriyet kurucusu parti dahil”, muhalefetin çoğunluğunca bir “milli mesele” olarak destekleniyor!
Cumhuriyetçilik mi kalır bu halde, Osmanlıcılık mı “milli birlik” haline getirmiş olur iktidarı ve muhalefeti?!
** ** **
Bugün siyasette iktidar ve muhalefet partilerinin çoğu “tek dil, tek din” konusunda da aynı görüşte. Bunun karşısında türlü Anadolu halklarının “çok dilli, çok dinli” demokratik toplumunu savunan bir muhalefet var, “hain” olarak nitelendiriliyor ve kapatılmaya çalışılıyor.
Yani yüz yıllık perişan halimiz sürüyor, “eski tas, eski hamam!”
Çünkü bu iktidar da, o muhalefet de çok dilli, çok dinli, eşit yurttaşların demokratik toplumundan “vatan parçalanır” diye korkuyor!!!
Otoriter İslâmcı- Irkçı başkanlık yönetimine muhalefet edenler, “güçlendirilmiş parlamento” istiyorlar…
Parlamento” bir oturuşta bir kuzu yiyen bir baş pehlivan mıdır? Beslenme ve antrenmanla güçlenen bir boksör müdür? Bir parlamentonun farklı görüşler kadar, farklı diller, dinler ve kültürlerle güçleneceği açıkça belli iken bundan niye korkuluyor?
Çünkü hâlâ “tekçi” zihniyet birinci “kurucu ilke”dir.
Sadece “kurucu ilke”yi savunanlar “milliyetçi-yurtsever”dir, diğerleri “vatan haini”dir.
“Kurucu ilke” her derde deva ebegümeci değildir. Kimi “kutsal kurucu ilkeler” o toplumu kurutur; “biz nerede yanlış yaptık” sorusuna ancak eleştiri ile, ifade özgürlüğü ile cevap bulunabilir.
Düşünsenize, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşananlar bir tesadüf değildi; Sayısız “derin devlet” cinayetlerini geçiniz bir kalem; Menemen Vak’ası, Dersim Tertelesi, 27 Mayıs 1960- 12 Mart 1971- 12 Eylül 1980, Madımak, Başbağlar ve daha niceleri “vatan aşkı”, “yurt sevgisi” gölgesinde “kurucu ilkeler” uğruna gerçekleştirildi.
** ** **
“Cumhuriyet”, devlet dini “laikçilik” ve şapka giymekle tepeden inme; “aydınlanma” olmuyor, başı açık gezmekle de “uygar” olunmuyor!
Hâlâ geçmişin “tek adam başarıları”na öykünenler, günümüzde yeni “tek adam”lara zemin hazırladıklarını ve gelecekte yeni yeni “tek adam”lara yol verdiklerini görmüyorlar mı?
Şaşıp kalıyorum sevgili Maalouf, “Cumhuriyet’i yüzüncü yılını demokrasi ile taçlandıracağız” diyen, neden bu tacı takmak için yüz yıl beklendiğini sorgulamayı aklına bile getirmiyor, geçen yüz yıldan utanmıyor!
Oysa demokrasi ancak özgürce bu sorgulamayı yapabildikçe gelecek, yerleşecek, gitmeyecektir.
İzninle değerli Maalouf, hem (Şair-i Şehir) Eşref’i anmış, hem de “taç giymiş demokrasi”ye tepkimi koymuş olayım:
Edep Ya Hu!
[1] MİLTON Giles, Kayıp Cennet Smyrna 1922, Hoşgörü Kentinin Yıkılışı, Mart 2009, Şenocak Yayınları, s.20
[2] Maalouf s52