Yüzleşme Yazıları

“18.Yüzyılla birlikte talep ve arz ihtiyacını karşılamayı hedefleyen dünya pazarı ilkesi üzerine kurulu entegre dünya ekonomisine kayış başladı. Ekonomik hayatın dünya pazarı dinamikleri doğrultusunda örgütlenmesinin sonucu olarak da Osmanlı İmparatorluğu, özellikle 18.yüzyılın ikinci yarısında, hızlanarak dünya piyasasının içine çekildi.” [1]

“Dünya pazarı dinamikleri” bugün dünyayı bir ekolojik yok oluş eşiğine getirdi. Ama 18.yüzyılın ikinci yarısından bu yana söz konusu dinamikler “uygarlık” olarak adlandıra geldi, “bu dinamik dünyayı nereye sürükler?” sorusu akıllara gelmiyordu.

Bugün bile “ekonomik büyüme” uygarlaşmanın tek ölçüsü sayılmıyor mu sevgili Maalouf?  

İzninle, “ekonomik büyümeci”liği “uygarlık” sananların da gönlünü hoş edeyim de, bari bu yönden bir “uygarlık” kıyaslaması sayesinde nasıl bir “kurtuluş”a kavuştuğu anlaşılsın İzmir’in. 

                                                   **       **       **                                           

On dokuzuncu yüzyıl ortalarında Osmanlı ülkesi; İskenderiye, Beyrut, Halep, İzmir, İstanbul ve Selanik şehirlerinin daha önde gittiği, dünya “kapitalist pazar ağı”nın tartışmasız bir parçasıdır artık ve bu durum “mutlak monarşi”yi sarsmaya başlar.

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme…” diye başlayan sözdeki “kapitalizm, saltanatı sarsan kapitalizmdir, en başta İzmir’dir. Liman’daki canlılık buna en kuvvetli delildir.                                                 

Dünya piyasası ile bütünleşme yoluna giren Osmanlı şehirlerinin en önde gidenidir İzmir.

Bir yüzyıl öncesine bakarsak, yani18.yüzyıla girerken “Bu karmaşık oyunun temel aktörleri İngiliz ve Fransız – giderek azalan bir biçimde Felemenk ve Venedikli- tüccarlar, Babıâli, bazı önde gelen aileler (özellikle Karaosmanoğlu ailesi), Batı Anadolu’nun çiftçileri ve Ermeni, Ortodoks Rum, Yahudi ve Müslüman komisyonculardı.”[2]

Alıntı kafa karıştırmasın, altı çizilecek olan Ermeni, Rum ve Yahudi milletleridir. Onlar eski “ayaklar”dır, kapitalist yoldan “baş” olmaya, “bizi” yutmaya kalkarlar!

                                                   **       **       **

Açıktır ki, kapitalizmin yayılma sürecinde Osmanlı bir sınıfsal alt üst oluş yaşar; eski egemenler ve yeni burjuva sınıfı ve çeşitli sınıf ve katmanlar içinde, her dinden ve her dilden insanlar arasında kazananlar vardır, ama “kazananlar” arasında İslâm olmayanlar daha çok göze batar!

Senedi İttifak (1808) ile, “devlet düzeni bozuldu” saptaması yaparken; Tanzimat Fermanı (1839) ile “devlet geriliyor” diyen  “milleti hakime” büyükleri, bunun nedeni olarak “toprak kaybı”nı görmektedir ve kapitalist pazara “entegre” olmanın “Osmanlı düzeni”ni bozduğunu  görürler. Doğrudur.

Toprak kaybını ve kapitalist ekonomik ilişkilerin yayılmasını “gerileme” olarak niteleyip sorunu geçiştirmek, kapitalizmle çelişen eski sınıfların çaresizliğinin ifadesidir. Bu “çaresizlik” günümüzde milliyetçi ve ulusalcı zihniyetlerde hâlâ egemendir;

“Bizi ‘sömürge’ yapmak istediler” der milliyetçi ve ulusalcı çevreler;

“Osmanlı bir “yarı sömürge” durumuna düşürüldü” der sol kanat savunmacıları.

İzmir ve çevresinde “mahkûm millet”ten olanların kimileri, “hâkim millet” güdümündeki kölelik düzenini aralayıp “mülk” edinmeye, tüccarlığa ve sanayiye yöneliyorken, büyük çoğunluğu “ücretli emek” olarak kapitalist üretim ilişkilerinde yerini alır. İzmir yetmez, Adalardan, özellikle Sakız’dan şehre çok “ırgatis-işçi” gelir.

Her yeni durumun eskinin reddini ve yeni haklar talebini gündeme taşıyacağı açıktır. Egemen sınıf aldırmasa da, hatta değişime dirense de, bu topraklarda bir şeyler değişecektir. Hem de Tanzimat’ın çok öncesinden başlayarak.

                                               **       **       **

“18.Yüzyılın ilk yarısından başlayarak “Rum tüccarlar, tam bir yüz yıl önce Portekiz Yahudilerinin yaptığı gibi, Amsterdam ve Marsilya’da ticarethaneler kurdular.”[3]  Ve;

“18.Yüzyılın sonlarında Karaosmanoğlu’nun topraklarında çalışan Rumlar üründen pay alabiliyorlardı. Ayanın toprağında her hafta belirli bir süre çalışan çiftçiler ya da günlük işçiler de bu yeni haklardan yararlanarak kendi toprağını işleme serbestisi kazanmıştı.”[4] (age, s.6).

Saray, ordu ve sair İslâm millet büyükleri Hristiyan milletin “kanla sulanan toprak”ta ürüne ortak olmasını, “yevmiyeli” (gündelikçi) işçi olmasını, ticaret yoluyla git gide ceplerine para girmesini kaldıramazdı ve kaldıramadı da!..


[1] Elena Frangakis-Syrett, 18.Yüzyılda İzmir’de Ticaret, s.8, İzmir BŞB, Kültür Yayınları, 2006

[2] Edhem Eldem-Daniel Goffman-Bruce Masters; “Doğu İle Batı Arasında Osmanlı Kenti; Halep, İzmir ve İstanbul, s.146, T.İş B. Kültür Yayınları, 2012

[3] Edhem Eldem-Daniel Goffman-Bruce Masters; “Doğu İle Batı Arasında Osmanlı Kenti; Halep, İzmir ve İstanbul, s.151, T.İş B. Kültür Yayınları, 2012

[4] Edhem Eldem-Daniel Goffman-Bruce Masters; “Doğu İle Batı Arasında Osmanlı Kenti; Halep, İzmir ve İstanbul, s.6, T.İş B. Kültür Yayınları, 2012

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s